Tiyatronun delileri… / M. Sadık Aslankara

Haldun Taner’in Tomas Fasulyeciyan’a söylettiği, “Zaten aktör dediğin nedir ki?” diye başlayan tiradı vardır ya, sahi nedir aktör? Bir deli; göze girerken göze alan, ama göze alırken bile göze giren, bunları bir deha olarak adımlarken de “Bunca delilik ancak dehayla olur,” dedirten derviş…

1910’da henüz yirmi bir yaşındaki Charlie Chaplin, İngiltere’den yola çıktığında gemide “tırabzana doğru koş(ar), şapkasını çıkarıp savur(ur) ve şöyle bağır(ır): ‘Amerika, seni fethetmeye geliyorum! Her erkek, her kadın ve her çocuk benim ismimi haykıracak – Charles Spencer Chaplin!’”

Yukarıdaki satırları Peter Ackroyd’un Charlie Chaplin (Çev. Ahmet Eliuz, Alfa, 2022, 55, 56) adlı biyografik yapıtından aktardım. Bu, tutkuyla sarmalanan öz güvenli delilikle deha eşliğini gözler önüne seriyor aynı zamanda.

Gelin biz, kendi dehalarımıza göz atalım kuş bakışı. Ayşegül Yüksel’in “Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu Serüveni” alt başlığıyla sunduğu Güneşin Sofrasında (Kırmızı Kedi, 2019), Zeynep Miraç’ın “Sahneye Adanmış Bir Ömür” üst başlığıyla kaleme aldığı Metin Akpınar (Mundi, 2022), bizi yerimizden çıkarıp bir tanıklığın peşine takıyor.

Her an yaşamımızda yeri olan, evimizin insanlarından biri haline gelen, yakından tanıyormuşuz gibi bakarken ama hiç mi hiç tanımadığımızı kavradığımız iki sanatçıyla buluşuyoruz.

GENCO ERKAL: ‘GÜNEŞİN SOFRASINDA’

Ayşegül Yüksel, yapıtını Dostlar Tiyatrosu’nun ellinci yılına özgülerken geniş yelpazede altmış yıllık tiyatro geçmişine dönük bütünlüklü yaklaşımıyla bir Genco Erkal ansiklopedisi koyuyor ortaya. Büyük bir kararlılıkla adım attığı tiyatroyu sürdürmesi, bunun yol açtığı sıkıntıları göğüsleyip eylemini kutsal bir yürüyüşe çevirmesi bile kuşkusuz başlı başına büyük mücadele Genco’nun, bir büyük tutku örneği! Ne dâhilik ne delilik, yaşamın odağına aldığı tiyatro yalvaçlığı düpedüz.

“2017 yılının kayıtları”, “Genco Erkal’ın tam yüz elli kez beş ayrı oyunla ülkenin pek çok kentinde sahneye çıktığını gösteriyor. Erkal, sahnede ruhunu da ortaya koyan, müthiş enerjisini izleyenleriyle, farklı oyunlarda, haftada üç ya da dört kez paylaşan bir sanatçı olmayı sürdürüyor.” (279)

Yalnız bir tiyatrocu, sinema oyuncusu değil, yaptığı “belgesel tiyatro”yla bu alanda kendisine özgü biçem oluşturmuş bir öncü, ayrıca yazar, çevirmen, yönetmen, uyarlayıcı da.

Bütün bu niteliklerinden ötürü, Türkiye’nin son yarım yüzyılında varlığını gerek toplumsal gerekse siyasal ilişkilenişler aracılığıyla yansıtan, ülke tarihinde önemli bir madde başlığına dönüşen konumuyla bir kuramcı gözüyle de bakılabilir elbette Genco’ya.

Bir eylemci elbette, cumhuriyetin aydınlanma tarihinin görece göstereni. Nitekim Ayşegül’ün belgelemeye dayalı bu geniş açılı, çoksesli anlatısı, bunu apaçık ortaya koyabiliyor.

METİN AKPINAR: ‘SAHNEYE ADANMIŞ BİR ÖMÜR’

Zeynep Miraç, Metin’i başkarakter yaptığı öykülemeyle bir yaşamöyküsü romanı kuruyor. O zaman Metin, okuduğumuz hikâyenin “esas oğlan”ı oluyor ister istemez. Yer yer hüzünlü ama fırlak komikliklerle de örülü öte yandan.

Biz bu anıları okurken bir yandan da Metin’in doğumdan çocukluğa, ergenlikten yetişkinliğe kişisel tarihi üzerinden İkinci Savaş yıllarının yol açtığı sıkıntıları, 1950’lerin baskıcı ortamlarını, 1960 sonrası yaşamaya koyulduğumuz çoksesliliğin topraklarımızda nasıl boy attığını öğreniyoruz.

Tabii bu arada tiyatroya dönük derin tutkusuna tanıklık yapıyoruz onun, yalnız bu da değil, yanı sıra dönemin tiyatro yapma kavrayışını, komün halinde yaşanan tiyatronun altın yıllarını zihnimizde yeniden kurup buna geniş bir alan açıyoruz.

Metin’in bir açıdan “pür tiyatro” diyebileceğimiz tutkusuyla buluşturuyor bizi Zeynep, karşılığında bir hayatın verilip geçildiği, ancak geleceğe duyulan güvenle, görece tiyatro tanrısına beslenen inançla, umudun hep diri tutulduğu bir sevda bu. Böylelikle tiyatro tarihinin, halkın siyasal, toplumsal yaşam anlayışının da hikâyesine dönüşüyor yapıt.

Zeynep, Metin Akpınar’ın anlattıklarını kendince yoğurup onu hikâyenin kahramanı yaparken dolayımlı yolla özöyküsel anlatı yanılsaması yaratabiliyor başarıyla, içli, şakacı dupduru kucaklıyor. Böyle olunca “Ankara’da papağanın kafesine gir(mesini) gözlem yapmak için,” (99Metin’in ağzından okumuş gibi oluyoruz.

Gerek Genco gerekse Metin, yaşamlarıyla, yaşama biçimleriyle, tuttukları aynayla bizi kendimizle de yüzleştiriyor. Tiyatromuz iyi ki böyle delilere sahip!

ALBERT CAMUS: İLLE TİYATRO, UYARLAMALARLA DA…

Bizde daha çok romanları öne çekilip düşünsel verimi de yine bu yolla bilinen, hatta yapıtlarının varoluşçu felsefeyle ilişkisi popülerlik gözlüğüyle alınan Albert Camus, tiyatrodaki getirileriyle üzerinde durulması zorunlu bir imza.

Camus’nün Can Yayınları tarafından okurla buluşturulan “Bütün Oyunları” dizisinin beş oyununa daha önce değinmiştim. Bu kez uyarlama iki oyununa daha yer açma gereği duydum: Berna Günen çevirisiyle şu yakınlarda (2022) andığım dizide yer alan William Faulkner’dan Bir Rahibeye Ağıt, Dino Buzzati’den İlginç Bir Vaka.

Özellikle geniş yelpazeye oturan sıkı diyalog düzeniyle oyunları kadar romanlarını da birer sahne ya da plato olarak kullandığı öne sürülebilir Camus’nün. Görsel, işitsel öğelerle, söyleşimlerle sahneye taşıdığı bu dinamizm, etkileyici bir oyun sarmalı işleyişine yol açarken hem düşünsel hem eylemsel bir akışa da yataklık yapıyor doğallıkla.

Oyunlarına da hayran kalmamak elde değil Albert Camus’nün.

https://www.cumhuriyet.com.tr/kultur-sanat/tiyatronun-delileri-m-sadik-aslankaranin-yazisi-1987097

tr_TRTurkish