Şair şiire çalışır / Enver Topaloğlu

Şair, şiir yazarı olmaktan çok şiir kurandır. Şair olmanın tek belirleyicisi şiir yazıyor olmak değildir. Haydar Ergülen, ilk kitabı “Karşılığını Bulamamış Sorular”dan itibaren şiir kuran, şair potansiyeliyle dikkatleri üstüne çeken isimlerden olmuştur.

Beklentisi ne olursa olsun, neyi amaçlarsa amaçlasın şair, şiir için çalışır. Şairden geriye şiiri kalır; şiir için çalıştığı kalır.

Öte yandan şair, şiir yazarı değildir. Şair, şiir yazarı olmaktan çok şiir kurandır. Ya da şöyle söyleyelim: Şair olmanın tek belirleyicisi şiir yazıyor olmak değildir. Cemal Süreya’nın, “Şair, şiir yazan kimse demek değil; onun ötesinde bir varlık. Şair bir tavırdır ve şiirin üstünde bir yerdedir” sözü tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta.

Modern Türkçe şiirin yüzyıllık deneyim ve birikime yaslanarak, mevcut şartları ve verili imkânları doğrultusunda “kusursuz” biçimde şiir çoğaltmak mümkün. İyi ama “kusursuz” olarak çoğaltılan şiir ne kadar şiir olur? Walter Benjamin, tekniğin olanaklarıyla sanat yapıtının yeniden üretilebilirliği sorununa odaklandığında, dünya yeni bir çağın şafağındaydı. O günden bugüne modern çağın, deyim yerindeyse dibine vurduk. Sanat yapıtının yeniden üretilebilirliğinin de elbette.

Artık yürürlükteki, dolaşımdaki şiiri “kusursuzca”, profesyonelce çoğaltmak her zamankinden daha kolay. Kimilerinin tercihi, “kusursuz” şiir yazmaktan ve “kusursuz” yazılmış şiirlerden yana olabilir. Hatta, organik yiyeceklerin yanı sıra hormonlu, genetiği değiştirilmiş, gıda boyalı bir sürü yiyecek de tüketilmiyor mu denilebilir…

Bizim karşılığını aradığımız soru; “kusursuzca”, profesyonelce şiir yazmak şair olmaya yeter mi, yeterli mi? Bunu söylediğimizde de Turgut Uyar’ın “efendimiz acemilik” sözünün sularına giriyoruz. Uyar’ın yıllar öncesinden altını çizdiği sahicilik ve yaratıcılık meselesine gelmiş oluyoruz.

“Kusursuz” şiirlerin profesyonel şiir yazarlarıyla; deneyen, araştıran, yeniyi arayan, taze, canlı, yeniliğin ışığı üstünde, coşkulu acemi şiirlerin yaratıcı şairlerinin izinin hâlâ birbirine karışmıyor olması önemlidir. Kültür endüstrisinin beklentileri doğrultusunda şiir yazarlarının profesyonel ürünleriyle, şairlerin yaratıcı emekleriyle ortaya çıkardıkları yapıtların yan yana geldiklerinde birbirine karışmaması da şiir adına umut kaynağıdır.

Şuna dikkat çekmeye çalışıyoruz: Şair şiire çalışır, şiir yazarı şiirsele ve elbette kendi namına. Mümkün mü böyle bir ayrım. Neden olmasın. Şiir yazarının profesyonelleşmiş tarzını “bir şiire, üç kendine” biçiminde betimlemek olası. Ne de olsa namın önemli sayıldığı bir devirdeyiz! Kısaca ekran çağındayız. Şan, şöhret, ün, unvan geçerli! Yani, gerçek hiçbir şey, imaj her şey!.. Aç çocuklar soğan bulamasın varsın, ak çocukları çelik kanatlarla besliyor iktidar yanlısı kültür, sanat mihraklarına sponsorluk yapan silah sanayisi!..

ŞİİR YAZARI DEĞİL, ŞAİR

Her çağda olduğu gibi şiir yazarı profesyoneller bugün de çok. Öte yandan şiir kuranlar, yani şairlerse az. Ama bunda da bir tuhaflık yok. Şairlerin sayısının bir önemi yoktur. Çünkü şairler hep çok olurlar.

Askeri darbeyle yönetimi ele geçiren cuntanın kurduğu Onikieylül rejiminin baskıya, yasağa, kısıtlamaya dayalı yaşama koşullarında, şiire yönelmiş gençlerin arasından çok sayıda şiir yazarı çıkmıştır. Buna karşın şiir kuranların, yani şair olanların sayısı beklendiği üzere çok değildir.

Haydar Ergülen, yayımlanan ilk kitabı “Karşılığını Bulamamış Sorular”la, henüz yolun başında olduğu dönemde şiir kuran, yani şair potansiyeliyle dikkatleri üstüne çeken isimlerden olmuştur. Ergülen sonraki süreçte, özellikle yetmişlerden seksenlere geçilirken uç veren ve zamanla gelişip yerleşen şiir eğiliminin önemli temsilcilerinden biri olarak sürdürdü yolculuğunu. “Karşılığını Bulamamış Sorular”, dönemine, şiir olarak tutulmuş ayna gibidir. Kitabı “Issız” şiirinden iki betikle anımsayalım:

ben seni ilk yağmurlarla bekledimdi oğul
akşam geciken yüzüyle dağlara düştüğünde
yalnızlıktan yüreği üşüyen çoban köye indiğinde
sesini çan ve çıngırak seslerinden işittimdi oğul
ben seni ılık yaz yağmuruyla bekledimdi

sen gittin bu sokaklar durmadan aktı
kentin dingin sularından kovuldu sevincimiz
bir çürümüş güller balosuna dönüştü şenlik
yüreğimden yolalan bir erinç besledimdi oğul
ben seni çağıltılı bağbozumlarında bekledimdi

elma dilimledim şaraba yatırdım tütününü
resmini çıkardım sandığımdan duvara astım
ısındım yüzüne yakışan gülüşün inceliğinden
ışıltılı gülüşünü yüreğime çizdimdi oğul
ben seni yıldızlarla yıkanmış gecelerde bekledimdi

Her ilk kitap, aslında şairin okurla ilk karşılaşması değildir. Şairler ilk kitapları yayımlanana kadar çoğunlukla dergi sayfalarında çıkar okur denilen büyük şiir jürisinin önüne. Kitaplar da şairlerin okura, doldurmaları için sundukları bir tür karne gibidir.

Ergülen, şiir yolculuğuna on üç yaşında başlamıştır. Ama 1982’de yayımlanan kitabından sonra şiirin en geniş jürisinden, okurlardan aldığı yüksek notla geçer eşiği. O günden bugüne, düzyazının farklı kulvarlarında da üreterek ama şiirden, şiirin odağından uzaklaşmadan, yolda bir şair olmuştur Haydar Ergülen. Yolda bir şair ifadesinin altını çizmek isteriz. Şairin sılasının olmadığını bilmek de, menzildeki ölüm tehlikesinin farkında olmak da önemli elbette.

BİR ŞİİR AKTİVİSTİ

Ergülen için aktivist bir şair tanımı yapılabilir… Bir şiir aktivisti. Şairin şiir aktivisti olmasında bir tuhaflık yok. Öyle ya zaten şair başka nedir ki. Şiir için yapılan her şey hayat için, dünya için de yapılmaz mı? Şiir aktivisti derken elbette, Ergülen’in yazdıklarını, yaptıklarını; şiir için uğraşını dikkate alıyoruz. Yetmişlerin sonu, seksenlerin başından bu yana şiirin içinde, şiirin içinden, deyim yerindeyse şiir için yaşıyor sanki. Öyle olunca da ne söylese, ne yapsa şiirin içinden oluyor. Şiirin içinden konuşuyor. Bazen içinden yüksek sesle konuşuyor. Dışından ya da dışarıya konuşurken de alçak sesle konuştuğu için içbükey ses tonu değişmiyor. Onunla ilgili, dolayısıyla şair olarak onun şiirleriyle ilgili ilk dikkat çeken özelliklerden biri de bu oluyor. Ses tonu ve değişmeyen sesi yani… Orhan Koçak“Kopuk Zincir”de Ergülen’in şiirindeki ses konusuna Mahmut Temizyürek’ten yaptığı alıntıyla dikkat çekiyor. Temizyürek’in konuyla ilgili değerlendirmesi şöyle: “Köpüklerin ‘cık cık’ gibi değil de, aslında sanki hiç taklit edilemeyecek bir sesle kırılarak erimesi, bir serinlik bırakarak denize çekilmesi gibi sestir bu.”

Ergülen’le merkezinde şiir olan değişik etkinliklerde, ortamlarda, farklı uğraşılar içinde karşılaşabilirsiniz. Yurtiçinde de olabilir, yurtdışında da. Kitap, dergi, gazete, festival, atölye, panel, söyleşi ve benzerleri. Nerde şiir etkinliği var, bilin ki Haydar Ergülen, o etkinliğin bir yerindedir. Şiire adanmışlık, (ama abanmışlık diyemeyiz) olarak yorumlanacak bir durum. Açıkçası bu kadar işi üstlenmek de, üstlenilen işlerin yürütülmesi, gerçekleşmesi için uğraşı içinde olmak da, emek harcamak, zaman ayırmak da karşılığı ne olursa olsun, tutkusuz zor. Şairin, odaklandığı uğraşılar için muhtaç olduğu enerjiyi şiire tutkusundan aldığını söylersek yanılır mıyız? Şiirin tutkuyu güçlendiren önemli bir enerji kaynağı olduğunu, şiiri bilenler bilir…

ÇOĞUL BİR KİTAP

Haydar Ergülen’in son yayımlanan şiir kitabı, geçen yıl kasım ayında Kırmızı Kedi’den çıkan “Kuşların Göğü Önünde” oldu.
“Kuşların Göğü Önünde” için sayfalarını rüzgârın karıştırdığı kitap da; ara kitap, aradan kitap, araya kitap da denilebilir. Daha önemlisi çoğul bir kitap olduğunu kaydetmek gerekir. Çoğuldan kasıt tema, konu, içerik yönünden şiirlerin çoklu yapısı. Dildeki zaman geçişi, mekân değişimi, anlam akışı bakımından da çoklu yapı dikkati çekiyor. Ayrıca sözcük seçiminde de çeşitlilik ön planda. Tüm bunlar aslında Haydar Ergülen’in şiirine yabancı olmayan özellikler.

Neden sayfalarını rüzgârın karıştırdığı kitap olarak tanımladığımıza da açıklık getirelim. Toplamın, açık hava şiirleri izlenimi bıraktığının vurgulanması gerektiğini düşünüyoruz. “Kuşların Göğü Altında”dan bir alıntıyla, kitaba adını da veren ilk şiirden bir bölüm okuyarak devam edelim:

…Yazla yıkandık. Ben ince bir ay

tuttum senin için ve bazı şeyler

bu şiirde geçsin istedim: Henüz suçu eksik,

önden iki dişi eksik ve saçları iki

suya örülü bir kızın koştuğu yazdın.

“Nar”la “İdil” etrafında kurulmuş şiirler denilebilir, ama eksik kalır; çünkü Seyhan Erözçelik de var, Ece Ayhan da var, Didem Madak da var. Öte yandan İlhan Sami Çomak, Tozan Alkan, enderemiroğlu, Enis Batur da var. Semah döner gibi kendi etrafında, kendi içinin, kendi çitinin de etrafında dönen şiirlerle sanki Haydar Ergülen, varlarını toplayarak çıkıyor eksiklerin ya da eksikliğin karşısına. “Nar’ıma” ithafıyla başlayan “Hâlâ” başlıklı şiirden üç dize aktaralım:

ve aynı gecede aynı sabaha doğmuş iki kardeşse haiku ile rubai

ve hâlâ dolup taşıyorsak üzüme bir derviş gibi eğilmek arzusuyla

ve hâlâ diye bir şey yazıp bunu şiir sanıyorsak hâlâ,

“Kuşların Göğü Önünde”de, deyim yerindeyse şair kalbin doğusundan giriyor, şiirin batısından çıkıyor. Şiirin batısından gelip dilin doğusundan çıkıyor. Ergülen deyişten semaiye, rubaiden huikuya, gazelden güzellemeye, ilahiye, geleneksel kalıplardan modern biçimlere şiiri boydan boya tavaf ediyor. Üstelik bunu, yakayı geleneğin kapanına kaptırmadan gerçekleştiriyor. Kendi kişisel birikiminden, deneyiminden hiyerarşi üretmeden örnekler sunuyor. Şiirin bazen ayrıntıda, dilin, sözün, sesin ayrıntısında; bazen meydanda, açıkta, açıkça olduğunu anımsatıyor. Bir şey daha anımsatıyor: Şair şiirin ayağında değil, şiir şairin dilindedir, bilincindedir.

İlk bölümde yer alan “Cumhuriyet Apartmanı” başlıklı şiir, kitaptaki diğer şiirlerden hem teknik ve kurgu, hem dil ve anlatım yönünden farklılaşarak öne çıkıyor. Şiirin öncelikle bir kamera gibi tasarlandığı izlenimi verdiğini söyleyebiliriz. Okurun dikkati önce, Üsküdar’da rantsal dönüşüm tehdidi altındaki “Cumhuriyet Apartmanı”na çekiliyor. Ardından şiirin kamerası zoom yapıyor, yakın plana geçiyor. Okura, Üsküdar üzerinden cumhuriyetin yüz yılının hikâyesi, Yahya Kemal’dan Ece Ayhan’a doğru şiir kamerası kaydırılarak geniş açıdan sunuluyor. Şiirden bir bölüm okuyalım:

Cumhuriyet apartmanı Üsküdar’da

Fıstıkağacı’ndan Bağlarbaşı’na çıkarken

köşedeki ahşap evdi yıkılmadım ayaktayım!

yetmezmiş gibi Osmanlı’nın günbatımından

Cumhuriyet’in şafağına doğuşu

Görsen nasıldı ahşap konağında Osmanlı’nın

ben Cumhuriyet’im diye kurum kurum kuruluşu!

Cumhuriyet Sokağı da yazmışlardı üstüne,

bir delilemanteyzenin manevi kızlarım dediği

kedileriyle, şanıyla şöhretiyle temelden

kentsel dönüşüme giriyor şimdi,

Cumhuriyet de kutsal dönüşme

“Kuşların Göğü Altında” şairin farkındalıklarını, duyarlılıklarını güncellediği şiirlerden oluşan bir toplam olarak da okunup yorumlanabilir.

PROJE ŞİİRLERİ

Kitabın ikinci bölümünde “proje şiirler” ya da bir proje kapsamında tasarlanarak yazılan şiirler yer alıyor. Bu bölümdeki on iki şiir, İKSV tarafından 17 Eylül – 20 Kasım 2022 tarihleri arasında düzenlenen 17. İstanbul Bienali’ndeki “Şiir Hattı” projesi için Ocak-Aralık 2021 tarihleri arasında yazılmış.

Bu bölümden sunacağımız örnek, Ergülen’in dizeleri, duyguları ve söyleyişleriyle Ülkü Tamer, Oktay Rifat, Paul Celan, Ece Ayhan, Behçet Necatigil, Gülten Akın, Melih Cevdet Anday ve Yunus Emre’nin katkısının bulunduğunu belirttiği “Kayıp Keçi Miki” başlıklı şiirden:

Bu şimdi melezinden çağ çok çak al
fakir kuş nasıl unutsun ben de
Balıma dadanan bu çağı sevmedim
devlet Fırat kıyısında kuzuları kaybetmektir dedim
urfa dağlarında yaman ağlardı ceylan
Yusuf’u kaybettim Kenan ilinde
başka bir yüzyılda bitirmiştim
Haktan sürmeli o Kıbrıs eşeğini

Yirminci yüzyılı yaşadım demişti Anday
Kalk dostum ormana gidelim
yirmi birinciyi yitirdik diyorum ben de
sonraki yüzyılı anımsayabilecek bari

Bu bölümdeki şiirlerin bir projeyle ilişkilenmesini galiba “oyun” ve “ironi” kavramları eşliğinde açıklamak gerekiyor. Haydar Ergülen’in şiiriyle ilgili, “Kopuk Zincir”deki yazısının başında “İyi şiir, önemli şiir kendi eleştirel yazgısını eleştirmenlerin izanına bırakmayan, kendi alımlanışını yine kendi işleyişiyle belirleyebilen şiirdir. Haydar Ergülen’in yapıtı böyle bir tanım için iyi örnek” saptamasını yapan Orhan Koçak, oyunun ve ironinin Ergülen şiirindeki kilit rolünü de “Ergülen şiirini yöneten temel ilke ironidir” cümlesiyle belirliyor.

Bu oyun ve ironi ilkesinin Ergülen’in başından itibaren şiirden şiire, kitaptan kitaba taşıdığını; taşırmadan, ölçüyü kaçırmadan taşıdığını söyleyebiliriz.

Yazımızı, kitabı başa dönüp bir kez daha okumaya kışkırtan iki dizelik “Ölü Evi”ni aktarmadan bitirmeyelim istedik. Şiirin kitabın son şiiri olduğunu da belirtelim:

Eve bir ölüyle döndüm

Ettik iki

“Kuşların Göğü Altında”nın aralıktan açıklığa doğru genişleyen bir şiir toplamı olduğunu bir kez daha vurgulamak isteriz.

https://artigercek.com/makale/sair-siire-calisir-248715