“Saadet, kaybedilenler arasındadır” / Hakan Karakoca

Ahmet Erhan’ın 1978 yılında yaşamdan fazlasıyla şikayetçi olduğu günlerde yazdığı, “Bugün oturdum ölümü düşündüm / Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken” dizeleri bu yazıyla hem çok ilgili hem de hiçbir ilgisi yok.  

Ahmet Erhan’ın dizelerini okurken; şair sanki kitabın bir yerinde bir çıkmaz sokakta pusuya düşürülecek ve çok sevdiği memleketi için güzel bir gelecek düşlerken sol göğsüne saplanacak kör bir kurşunla bize veda edecekmiş hissi veriyor. Hüzünlü bir şairin otobiyografisi, bir polisiyeyi andırıyor yer yer. Elli beş yaşında aramızdan ayrılan Ahmet Erhan bize hüznünü, yalnızlığını, yarına dair çocuksu umutlarını bıraktı. Elli beş yaşında ve bu kadar gençken…

1978 yılından çok daha evveli, otuz sene öncesi Zonguldak’ı… Ahmet Erhan gibi her an ölümle burun buruna olan, yirmi yaşında ve hayat güzel olması gerekirken ölümü düşünmekten yaşamaya fırsat bulamayan üç genç adamın hayat karşısındaki mağlubiyetidir bana bunları yazdıran. 

Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu, Kemal Uluser… 22, 24 ve 29 yaşlarında yoksulluğun ve hastalıkların bizden kopardığı üç şairin kayıtlara “kısa” diye geçecek yaşam hikayeleri ve eserleri Kırmızı Kedi Yayınları’ndan Bilgin Güngör’ün hazırladığı bir kitapla bize kendini yeniden hatırlattı. Kara Elmas Diyarından (Toplu Eserler) kitabında üç ismin şiirleri, denemeleri, oyunları yer alıyor. 

XXX

Yaşamı çok seven “yaşantı” kelimesini Türkçe’ye armağan eden Kemal Uluser “yaşantısını” noktaladığında 29 yaşındaydı. 

Henüz beş yaşında hem annesini hem babasını kaybeden ve anneannesi tarafından büyütülen Kemal, ilk ve orta okul dönemlerini Zonguldak’ta geçirir. Daha sonra mecburen eğitimine ara verir. Yoksulluk sebebiyle okuyamayan, Mustafa Kemal’e derdini bir mektupla anlatıp bu girişim sonucunda kendisini Kastamonu Lisesi’nde bulan Uluser şiirlerinin yanında , oyun ve düz yazılarıyla da adından söz ettirmişti.

Kemal Uluser

Daha sonra Zonguldak Valiliğinin destekleriyle İstanbul Üniversitesi’ne kaydolur. Ancak hem maddi zorluklar hem de hayatına çok erken yaşta dahil olan zatülcenp hastalığı sebebiyle Amasra’ya dönmek zorunda kalır. 1941 yılında yolu yeniden Zonguldak’a düşen Kemal Uluser, yazarlık ve gençlik yıllarının en heyecanlı günlerini yaşar. Yazdığı Işık isimli oyun CHP Halkevi tarafından yayınlanan yazarın bu oyununu bahsi geçen kitapta da bulabilirsiniz. İdealist bir öğretmeni anlatan, Cumhuriyet’in ilk dönem edebiyatının dertlerini kendisine dert edinmiş Uluser, şiirler de yazdı. 

Maalesef yazarlıkla uğraşılan, dostlarla bir arada olduğu günler yavaş yavaş sona erer. Hastalığı ilerleyen Kemal Uluser, bir de Rüştü Onur’un ölüm haberini alır. Arkadaşı Muzaffer’e bu ölümün ardından bir mektup yazar; 

“Biz onu bir gün unutacağız. Belki de unuttuk bile. İnsanoğlunun kaderi budur. Amma ara sıra da olsa bazen bir mısra, bazen bir nükte, bazen bir sevda hikayesinin kahramanı halinde yanı başımızda bitiverecek. O vakit, “Aman.” diyeceğiz, “Rüştü sen misin?” diyeceğiz, öldüğünü unutacağız.”

Bu mektubun ardından çok geçmeden Cerrahpaşa Hastanesinde “yaşantısı” son bulur. 

Onunla ilgili bugünden yapılan tespitlerden biri, şiir alanından çok nesir üzerine çalışmalar yaptığı için diğer iki isme göre geri planda kaldığıdır. Uluser’in yoksullukla ve hayat kavgasıyla geçen hayatını özetleyen en saf cümleler ise yine onun kaleminden, günlüğüne yazdığı şu sözlerde saklı:

“Sıkıntılı bir günüm, para yok, evde yiyecek ekmek yok, kimseden almak ihtimali de bulunmuyor. Kahvedeyim. Herkes havai, tavla, iskambil oynamada, ben bütün bu sıkıntıma rağmen, bunların arasında memleket meselelerini düşünmede, kalkınma çarelerini aramada yalnız gibiyim. Niçin herkes benim gibi değil?”

Rüştü Onur ise bu üç arkadaştan ölümle ilk tanışandır. Kastamonu Lisesi’nde Kemal Uluser’le yolu kesişen Onur, Zonguldak’ta bir lisede de Behçat Necatigil’in öğrencisi olmuştur. Eğitimine ağır aksak devam eden, çoğu zaman ara vermek zorunda kalan Rüştü Onur, madenlerde memur olarak iş bulur. Konulan verem teşhisi ilerlediği günlerde önce Amele Birliği Hastanesi sonrasında ise Heybeliada Sanatoryumu’nda tedavi görür. Ancak değişen pek bir şey olmaz. Zonguldak’a dönerken vapurda daha sonra evleneceği Mediha Sessiz ile tanışır. Ancak evliliklerinden kısa süre sonra Mediha’da da bilinmeyen bir hastalık meydana çıkar. Bu sırada zaten Rüştü Onur’un hastalığı ilerlemiştir. Heybeliada Sanatoryumu’nda Mediha da tedavi görmüş olsa da hastalığının geç gelen tespiti karın zarı iltihabı olmuştu. Mediha’nın ölümünden yaklaşık yirmi gün sonra Şair Leyla Sokağı’nda şair Rüştü Onur da hayata veda etti. 

Şair Leyla Sokağı’nda kayınpederi ile manav işleten şair, bu sokağın adını verdiği ölümü her daim soluğunda hissettiğini anlatan bir şiir de yazmıştı: 

“Payıma düşen toprak parçası
Senin de payına düşer
Ayrılık gayrılık yok
Ölüm nefesinde nasıl olsa
Amma henüz vakit erken
Daha gün
Karşı apartmanın balkonunda
Dur bakalım hele
Ben salata satayım
Şair Leyla Sokağı’nda
Sen gene koş
Bez fabrikasındaki
Tezgahının başına
Ölüm içimde
Ölüm dışımda
Ölüm talihsiz aşımda
Ölüm kuru başımda
Teselli benim gözyaşımda”

Rüştü Onur ölümü her zaman beklemiş ancak buna rağmen yaşama arzusundan ve heyecanından hiçbir şey kaybetmeden yaşama dair en güzel dizelerin mimarı olmuştu belki de.  Onun tarzını sık sık Garipçilerle kıyaslayanlar olur. Garip’teki yaşama sevinci ile mukayese edenler , bunu Rüştü Onur’a izah etmeye çalışanlar olur ancak Onur, cevaplarında farklılıkları olduğunu anlatmaya çalışır sık sık .

Rüştü Onur (sağda)

Yaşama sevincine dair Memnuniyet şiirinde şunları söyler şair; 

“Benden zarar gelmez

Kovanındaki arıya

Yuvasındaki kuşa;

Ben kendi halimde yaşarım

Şapkamın altında.

Sebepsiz gülüşüm caddelerde

Memnuniyetimden;

Ve bu çılgınlık delicesine

İçimden geliyor.

Dilsiz değilim susamam

Öyle ölüler gibi

Bu güzel dünyanın ortasında”

Ölümünü bekleyen şair denebilir Rüştü Onur için. Yaşam ve ölüm onun dizelerinde kopmaz bir bağ gibi iç içedir ama Onur hep tarafını yaşamdan yana seçer. Ondaki umut hali, hastalığının arttığı günlerde kendisini gerçekçi bir melankoliye bırakır. Annesine hitaben şöyle yazar; 

“Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösömü bakkal
Borcuma mahsuben…
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne
Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim”

Ölüm hep başucundaydı, onun yaşam sevgisi “Tanrım, neden?” diye bir isyandı çoğu zaman. Yaşama olan sevgisini yaşamanın güzelliklerini anlatarak değil; yaşamayı istediğini haykırarak anlattı hep:

“Kimden sual ettiysem halimi
Güldüler.
Anam bile şiir yazdığım için
Bakmadı yüzüme.
Yalnız bir öğle üstü sofrada
Ölüm mukaddermiş dedi
Halbuki yaşamak alnımın yazısı…”

Üç yıllık yoğun üretim sürecinde bize 72 şiir bıraktı Rüştü Onur! Belki de ardından bize bıraktığı son sözleri niyetine şu dizeler kaldı:

“Helal süt emmişim anamdan
Allah affeder taksiratımı
Yaşamak,
Ve şiir yazmaktan başka
Günahım olmadığını
Kullar da bilir.”

Muzaffer Tayyip Uslu

Muzaffer Tayyip Uslu ise diğer iki isim gibi yoksulluk ve hastalıkla boğuşurken, belki de yoksulluğu dizelerine en çarpıcı şekilde yansıtan isim. Parasızlık ve verem onun da eğitimini sekteye uğratır. Rüştü Onur ile lise arkadaşlığı , Behçet Necatigil ile de tanışma vesilesi yaratır. 

Yoksulluğu sebebiyle tedavi olamayan Uslu’nun,  “Ben Zonguldaklı şair Muzaffer Tayyip Uslu / Ölüme gitmek istemiyorum uslu uslu / Ölürsem eğer çok yakında / Bundan yalnız DEVLET suçlu” şeklinde bir pankart ile yürüyüş yapmak istediği ancak ailesi tarafından engellendiği söylenir. 

Garip akımından etkilenen Muzaffer Tayyip Uslu, arkadaşı Rüştü Onur ile aynı çizgide şiirler yazar. Şiir konusunda aynı noktada olduklarını, Rüştü Onur’un ölümünden sonra yazdığı şu sözlerle açıklıyor; 

“Size Şair Onur Rüştü’den bahsedecek değilim.  Zira bu kendimden bahsetmek gibi bir şey olacak…”

Yine aynı yazıda Rüştü’nün ölümünü şu sözlerle anıyor Muzaffer;

“… Rüştü ölmüş… Onunla aynı hastalıktan yan yana yattığımız günleri hatırlıyorum; bize o zaman ıstırabın ta kendisiymiş gibi gelen o günlerde, şimdi saadeti görür gibi oluyorum. Rahmetlinin ağzından hiç düşmeyen bir sözü vardı: “Saadet, kaybedilenler arasındadır.” 

Arkadaşının ölümü ve kendi hastalığının ilerlemesi sebebiyle bir tane de olsa kitabı çıksın ister ve kendi çabalarıyla tek kitabı olan “Şimdilik” kitabını çıkarır. Vefatı ise bu kitabın birinci yılına denk düşer. 

Yaşama duyulan özlem, yaşamın kendisine olan hayranlık Uslu’nun şiirlerinde hep var oldu. Onda da “yaşayabilme arzusunun” bir ricasıydı çoğu zaman bu durum. Verem olduğunu anladığı anı şöyle anlatıyor; 

” meseleyi o saat anladım
anladım ama, iş işten geçmiş ola
şöyle bir etrafıma baktım,
baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ … “

Hüzünlü bir yaşama isteğidir ondaki. Ölüme adım adım yürürken Rüştü Onur gibi aynı soruyu sorar içinden belki de, “Tanrım, neden?” 

“Ben onu bunu bilmem
Şunu bilirim
Şunu söylerim
Ölmek veya ölmemekte
Bütün mesele
Bütün mesele
Yetişir ki insan ölmesin
Akşamları uyuyup
Sabahları uyansın
Ve saçları dağılsın rüzgârda
Yetişir.”

Tanrı’ya isyanını ise gizlemez hiçbir zaman. Ölmek istemeyen gencecik bir şairin kızgınlığıdır bu;

“Yalnız ben mi inkâr ediyorum Allah’ı
Mevsimler benden kafir
Ya kuşlar ve ağaçlara
Ne buyurulur

Uzun söze lüzum yok
Şahidimdir
Beş parasız gezindiğim sokak
Bir zaman yaşadığıma”

Yoksulluğu şiirlerinde en çok işleyen Muzaffer Tayyip Uslu olmuştur bu üç arkadaş içinde. Zaman zaman açık ve samimi bir üslupla anlatır parasızlık karşısındaki derdini; 

“Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan”

Muzaffer Tayyip Uslu’nun veda niteliğindeki bu şiiri ise adeta yazdığı tüm dizelerin özeti gibidir: 

“Önce bütün şairlere selam
Sonra şunu söylemek isterim
Ölüm hiç de güzel değil
Ne sabah var ne akşam

Sokakların ellerinden öperim
Bana yaşamasını öğretmişlerdi
Dost olsun düşman olsun
İnsanlara iyi günler dilerim

Söyle sarı saçlı daktiloya
Ben yokum artık
Vefasız dostlara hatırlat
Kimseye kalmaz o dünya

Nasıl unuturum güzeldi yaşamak
Fakat hakkı varmış Oktay’ın
“hatıralar da dal istiyor
kuşlar gibi konacak”

XXX

“Bugün oturdum ölümü düşündüm / Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken”  

Evet bu üç şair de her gün, hayatın bu kadar güzel olduğunu düşünürken ölümü düşünerek uyudular, ölümü düşünerek uyandılar. Sevdalarına bile ölümün gölgesi sindi hep. Ama yazabildikleri birkaç sınırlı yıl bile onları doğumlarından yüz yıl sonraya taşımaya yetti.  

Cemal Süreya’nın Rüştü Onur’un ölümünün ardından söyledikleri aslında üçü için de geçerli bir son söz niteliğinde, bu yazının da son sözü olsun:

“Rüştü Onur şiirleriyle hayatını, daha doğrusu ölümünü, bir arada götürmüş.”

https://www.edebiyathaber.net/saadet-kaybedilenler-arasindadir-hakan-karakoca/

tr_TRTurkish