Önyazı
“Ölüm sonrası dul kadının yapması gereken sayısız iş arasında bir tanesi çok önemli: Kocasının birinci ölüm yıldönümünde dul kadın şunu düşünmeli: Hayatta kalabildim.”
2008 yılının Şubat ayı. Joyce Carol Oates, rahatsızlanan kocası Raymond Smith’i bir hastanenin acil servisine götürür. Teşhis zatürreedir. Her ikisi de Ray’in birkaç gün içinde taburcu edileceğini düşünür. Ne yazık ki bir enfeksiyon sonucu Ray yaşamını yitirir. Joyce Carol Oates hiç beklemediği bir anda ve tamamen hazırlıksız olarak “dulluk” gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır.
Çağdaş Amerikan edebiyatının en verimli ve önemli yazarlarından biri olan Joyce Carol Oates, kocasının ani ölümünün ardından yaşadıklarını, bu kayıpla nasıl başa çıktığını Dul Kadının Öyküsü adlı anı kitabında tüm açıklığıyla ve içtenliğiyle anlatıyor. Şok, ıstırap, keder, inkâr ve suçluluk duygularının iç içe girdiği bu süreçte Oates bir de “ölüm”ün getirdiği görevlerle uğraşır. Kaybının ağırlığını hem fiziksel hem ruhsal olarak yaşayan, kimi zaman kocasıyla ve evliliğiyle hesaplaşan Oates bir yandan da tıp ve hukuk sisteminin insana yaklaşımını, toplumun ölümü ve geride kalan kişiyi nasıl algıladığını gözlemler ve sorgular. Joyce Carol Oates bu kitapta hem bir yazar hem de kadın olarak iç dünyasını ve duygularını okuruyla paylaşıyor. Dul Kadının Öyküsü, kederle dokunmuş, son derece samimi bir anı-roman.