Özdal nerdeyse dalga boyunda bulduğu her şeyi şiirin çekim sahasına taşıyor. Öyle ki disiplinlerarası, metinlerarası, sınırlar arası, diller üstü; arada ve üstünde, yeryüzünde ne varsa onun dalga boyunda görünüyor ve manyetik çekimine kapılıyor sanki.
Son yılların yeni kuşaktan şairleri arasında üretkenliğiyle dikkat çeken Nihat Özdal’ın (1984), 2010 yılından sonra okurla buluşan yapıtları tek kitapta toplanarak “Yük Yeri” adıyla yayımlandı. Özdal da böylece bu yıl toplu şiirleri yayımlanan şairler arasına katılmış oldu. Nihat Özdal’ın yaz başında okurla buluşan toplu şiirlerini oluşturan kitapları şunlar: “Google’dan Önce” (2010), “Kanat İzleri” (2012), “Düğmeler” (2015), “Deri” (2017), “Koordinatlar” (2021), “Dalgalar Nasıl Oluşur?” (2022), “Caz ve Muvaşşah” (2023), “Çerçeve” (2023), “Makas” (2023), “Çekim Yasası” (2023), “Kumaş” (2023), “Harita” (2024) ve “Mülkiyet Fikri” (2024). Özdal neyi var neyi yok bir bagajda toplamış. Şairin “Yük Yeri”nden kastının bagaj olduğu yorumunu yaptık. Ama belli olmaz, Özdal bir bakmışsınız bagaj adlı başka bir kitap yayımlamış. Çünkü onun yapıtları ve onların adları daha çok bir konseptle ilgili. Özdal belirlediği temalarda seçilmiş birtakım olgu ve objelerin metaforik düzlemdeki anlamlarının izini sürüyor.
BİR ZAMANLAR ‘AZİZ GOOGLE’ YOKTU
İnternetin günlük dildeki anlamlarından biri de Google oldu, ama Google bir marka adı aslında. Kâğıt mendilin adının ‘Selpak’, tıraş bıçağının adının ‘Jilet’ olması gibi. İnternetin müşterek dilde ve günlük ifadede adı Google. Karşılığını merak ettiğimiz bir soruyla ilgili bilgiyi internette aramıyoruz da örneğin Google’a soruyoruz. Neyse, teknik ayrıntıya girmeyelim. Söz dallanır budaklanır. Konu dağılır. O yüzden Nihat Özdal’ın ilk kitabının adından devam edelim. Özdal’ın ilk kitabının adı ilk izlenim olarak şairin dikkatleri bir çağ dönümüne çekmek istediğini düşündürüyor.
Çağ dönümleri daha çok takvimlerde bir yüzyıl bitip yenisi başlayınca değil de sanki dünya kalıcı bir yenilikle tanışınca gerçekleşiyor. Yirminci yüzyılı bitiren ve yirmi birinci yüzyılı başlatan değişimlerin en kapsamlısı internet oldu denilemez mi? Bir kez daha neyse deyip devam ediyoruz.
Nihat Özdal’ın ilk kitabında, aslında daha fazlasının bulunduğunu, yani onun yalnızca bir çağ dönümüyle ilgilenmemiş olduğunu söyleyebiliriz. İlk kitapla birlikte şair, o zamana kadar hazırladığı bavulunu açıyor. Sandığını açıyor demek daha doğru belki. Bavul, sandık, hatta kara kutu; şair şiir yolculuğuna son derece hazırlıklı çıktığını, ilk kitabında sevdiği, dolayısıyla okuduğu, dolayısıyla öğrencisi olduğu, usta kabul ettiği şairlerin kimler olduğunu tek tek sıralayarak okurla paylaşıyor. Bunun önemi şu: Özdal, okura, şiirlerle birlikte oluşturduğu yan metinde nasıl bir şiir arayışı benimsediğini, ne yapmak istediğini, yönünü, hedefini, kısaca poetikasını da sunmayı amaçlamış.
Bir zamanlar “Aziz Google yoktu” ve o dönemde şair harıl harıl yazacağı şiir için çalışıyordu. Seçtiği şairlerin yapıtlarından yolunu, yönünü belirleme çabası içindeydi demeye getirdiği bile öre sürülebilir.
Elbette şairin, başka türlü de okunup yorumlanabilecek ilk kitabı için aslında şiire hazırlıklı başladığını ya da yayımlamadan önce, “çok şiir yakmış” olabileceğini de düşündürtüyor diyebiliriz. Kitaptan bir şiir okuyarak devam edelim:
Kızdım,
Son damla değilim taşan demlikten.
Sormuşun;
Sivas’ın sabahçı kahveleri, ishak
o benim
yangında şair kalan.
Özdal’ın doğadan, doğanın ortasından seslenen çobanıl özellikli, idil ya da pastoral tarzlı ve haikuyu da çağrıştıran şiirleri ağırlıktadır ilk kitabında. İkinci kitabındaysa hareketlendiği, daha doğrusu o minimal evrenden çıkarak yollara düştüğü söylenebilir. Kitabın adı da buna işaret ediyor: “Kanat İzleri”. Şairin ilk kitabında olduğu gibi etkilendiği, esinlendiği şairleri, bu kitabında da okurla paylaştığını görüyoruz. Nihat Özdal’ın ilk iki kitabında üç yazar ve otuz bir şairin adının geçtiğini, o isimlerin yazı ve şiirlerinden alıntılar yapıldığını da kaydedelim.
“Kanat İzleri” hem artık uçma alıştırmalarını tamamlanmış ve havalanan şairin gökyüzünde süzülmesine işaret ediyor hem de yolcusu olunan uçağın gökyüzünde bıraktığı ize… Değil mi ki ancak uçan varlıklar kanat izleri bırakabilir ve elbette gökyüzünde.
“Kanat İzleri” aslında doğrudan şairin artık yollarda olduğuna işaret ediyor. “Kuşlar” başlıklı şiirin son bölümünden aktardığımız şu betikleri buna örnek olarak okumak da mümkün:
7/
(…)
Bu yolculuk,
bu şarkı,
bu eksiklik,
bu sınır,
bu toz,
bu yara,
bu geride bıraktıklarım,
kumları örseleyerek
nereye gitsek şimdi?
8/
Uçmayı öğretemediğim
kanatlarım var
9/
Söylemeseydim
yalnız kalırdı;
kanat izleri…
POSTLİRİK ARAYIŞLAR
Boşluklar, esler, sayfa yerleştirmeleri şiir için öncelikle biçimsel sınırları genişletmeye, esnetmeye yönelik önemli bir girişimdir. Ama biçimsel olanı içerikten bağımsız düşünemeyiz. Dolayısıyla biçimsel imkânlardaki genişleme, içeriği de etkiler. Ya da içeriğin talebi doğrultusunda biçimsel arayışlar söz konusu olur. Aslında içerikle biçim arasında bir belirleyicilik önceliğinden söz etmek çok da gerekli değil. Yapıtın oluşumunda eşitler arasında birinci belirlemek o kadar da önemli olmayabilir. Okur için esas olan şiirdeki öğelerin şiire katılarak okunması, yorumlanmasıdır. Öyle olması beklenir. Örneğin sayfa boşluklarının şiire dahil olduğunu ihmal etmeyen okuma, bilhassa lirik sonrası gelişen şiirin kavranmasında ve yorumlanmasında önemli rol oynar.
Nihat Özdal’ın girişimi postmodern çağın postlirik ve avangart arayışı çerçevesinde değerlendirilebilir. Bununla birlikte onun ikibinli yıllardan sonra gelişen antilirik şiir yönelişinin içinde olmadığını da söyleyebiliriz. İçinde değil belki ama kıyısında.
“Şair ve şiir radarı” gibi çalışan Haydar Ergülen, “şair-yazıcı” olarak tanımladığı Özdal için, toplu şiirleri vesilesiyle kaleme aldığı yazısında, şunları dile getiriyor: “Denilebilir ki, şiir onun yazısıdır. Başka bilgilerin yazılarıyla birlikte onun bir yeryüzü açık hava okuluna dönüştürdüğü şiirde, eskilerden el alan yeni bir büyücü soğukkanlılığı ve sadeliğiyle, okuru anlamın şaşırtıcılığıyla bir kez daha tanıştırmadadır.”
Nihat Özdal’ın şiirsel arayışının akla öncelikle İlhan Berk ve Enis Batur’u getirdiğini de belirtmek gerekir. Şairlerin, hele de genç şairin kendisinden önceki şairlerden ve onların deneylerinden, yapıtlarından etkilenmemesi, esinlenmemesi düşünülemez. Öyle anlaşılıyor ki Özdal birçok şairin yapıtıyla temas kurmuş, ama daha çok Berk ve Batur’dan etkilenmiş.
Şairin üçüncü kitabından itibaren birtakım objelerin şiirini aramaya, araştırmaya yönelmesi, dili ve şair dikkatini oraya yöneltmesi de bu izlenimimizi destekler nitelikte. Modern Türkçe şiirde İlhan Berk’in, değişik objeleri şiirleştirmek konusundaki öncülüğü bilinmektedir.
Özdal üçüncü kitabında “Düğmeler”e odaklanıyor. Varlıktaki, varoluştaki, duygulardaki ve düşüncelerdeki düğmeleri onlarla birlikte düğümleri irdeliyor. Şair kırk dokuz düğme sayıyor ve bir de son düğme ekliyor. O son düğmenin kaçıncı düğme olduğunu aslında bilmiyoruz ya da bilemiyoruz. Çünkü onun adı, elli ya da ellinci düğme değil; son düğme. O, birdenbire kırk dokuzdan daha uzaktakine atlanmış bir düğme de olabilir. Şair o atlama aralığını kapatmıyor çünkü. Atlama aralığı, aynı zamanda şiirin çağrışım aralığını, imgesel boşluğunu da oluşturuyor. İmgelem için bir boş levha sunuyor da diyebiliriz. Şiirde boşlukların önemine dikkat çekmiştik. Okumak için kitaptan iki düğme açıyoruz. Ancak şair düğmeleri açıyor mu, kapatıyor mu; onu her okur kendisi keşfetse sanki daha isabetli olacak:
Kırk Yedinci Düğme
Ne suçu var düğmelerin?
Büyüdüğünü sandığın şehirlerin yerlisi hiç olmadın,
belindeki kuşgözü çakımına karışmasını
uzun bekleme göğün
Son Düğme
Düğmeler biter, sen başlarsın…
ŞAİRİN ATLASI
Nihat Özdal’ın şiirden şiire süren yolculuğun sonunda toplu şiirlerine ilişkin bir atlas imgesi oluşuyor. Onu şairin atlası hatta daha açık ifadeyle şairin şiir atlası olarak tanımlayabiliriz…
Atlas imgesi aslında, “Yük Yeri” ifadesini de kapsamına alıyor. Atlas sözcüğü de çoklu anlamını açıyor okura. O zaman “Yük Yeri”, atlasın omzu metaforunu katıyor çağrışım yelpazesine. Böylece omuz ve bagaj sözcüklerinin çağrışımları, Özdal’ın şiirlerindeki, kitaplarındaki “kartları” yeniden karıyor ve dağıtıyor. “Kumaş” kitabından, şairin makasını duyarlılıkla ve farkındalıkla çalıştırdığı şiirlerden birinden, taşlanmış kotun neye nelere mal olduğunu, kot taşlama işçiliğinin içyüzünü sorunsallaştırdığı “Denim başlıklı şiirden bir bölüm aktaralım:
Taşlanan güneş, yitirilen adresten bir rüzgâr esse, rayına
otursa güller, hepsi yaklaşan dumanla, içimdeki geçitten
umutlanamaz ki…
Anla, ağaran mavi değil, umudum kötücül kumaştan sekip
Giderken.
Senden ilk geçişim arasından, bir vakitler göğe bakardım,
Yenilerek başlıyor mavi.
Nehrin karşı kıyısında iklimler, bu acemi söz yer bulamıyor.
GİRİŞİMCİ…
Özdal nerdeyse dalga boyunda bulduğu her şeyi şiirin çekim sahasına taşıyor. Öyle ki disiplinlerarası, metinlerarası, sınırlar arası, diller üstü; arada ve üstünde, yeryüzünde ne varsa onun dalga boyunda görünüyor ve manyetik çekimine kapılıyor sanki. Disiplinlerarası dedik, ama orda durmuş değil. Belki onun en dikkat çekici özelliği durmuyor olması. Hiperaktif; kendisini bilemeyiz, ama şiirleri hiperaktif. Durduğu yerde durmuyor. Yapıbozum, yapısöküm de işliyor onun şiirlerinde. Gelenekselin de, modernin de postmodernin de beraberinde elbette lirik şiirin de, antilirik şiirin de, deneysel şiirin ve türevlerinin de yapıbozumuna, yapısökümüne girişiyor.
Nihat Özdal’ı ve deneylerini galiba isabetli biçimde kuşatıp tanımlayan sözcük girişimci olabilir. Son dönemde modern Türkçe şiirde Nihat Özdal’ınki kadar geniş kapsamlı bir girişimcilik olmadı diyebiliriz.
Bir yerde olmakla ve olamamakla ilgili “derdi” var. “Harita” başlıklı şiir de onlardan biri. Şiirin ilk betiğini paylaşalım:
Çoğu yerde kaybediyorum kim olduğumu, Nerede
olduğumu, neden olduğumu.
Bir haritaya ihtiyacım var.
Daha önce de ifade etmiştik, yineleyeceğiz. Çünkü gelişmeler bizi yanıltmıyor. Bu yıl, şiirin eski, yeni kuşaktan birçok şairin toplu şiirlerinin yayımlandığı bir dönem olarak da anılacak gibi. Görünen o ki toplu şiirler rüzgârı yılın ikinci yarısında da devam edecek. Bizce iyi oluyor. Toplu yapıtlar şairleri ve yapıtlarını bilenlere onları bir daha hatırlatıyor, bilmeyenler içinse öğrenme imkânı sunuyor. Okur, şairlerin yıllara dağılmış yapıtlarını, bir arada okuma imkânı buluyor. “Hafızayı beşer nisyanla malul.” Hatırlatmak hafızayı tazelemek gerekir. Hafıza mağduru olmanın ceremesi ağır. Son dönemi olduğu kadar daha uzak geçmişe kadar bir sürecin de hatırlanmasını kışkırtıyor Özdal’ın toplu şiirleri.