Kirpi’nin ve Hirayama’nın zarafeti / Nagihan Kahraman

Kirpinin Zarafeti ile Mükemmel Günler ne kadar birbirine benziyor, dikkat ettiniz mi? Sanki dünyanın bambaşka yerlerinde birbirini tamamlayan iki yapboz parçası gibi Reneé ile Hirayama; ikisi de bu ortak motifler yoluyla bu dünyadan kaçmanın yolunu bulmuşlar denebilir.

Sıradan hayatlar içinde rutin bir akış ya da ritüeller oluşturarak gündelik hayatın sıkıcılığından, yoruculuğundan ve koşuşturmacasından kurtulmanın mümkün olduğuna dair pek çok fikir var. Bunu yapabilmek her zaman çok kolay değil ama yine de insanın –kısacık bile olsa– kendine ait zamanlarında sadece kendisiyle ilgili bir şeyler yapabilmesi fikri oldukça kıymetli. Bunu yapmayı başaran biri var aslında: Son günlerde adından bolca söz ettiren Perfect Days/Mükemmel Günler filminin ana karakteri. Tokyo’daki umumi tuvaletleri temizlemekle görevli olan Hirayama gündüz işini yapar, fakat onun günlük hayatın ve kalabalığın getirdiği kaotik ortamdan kaçmak istediği zamanlarda bambaşka, ikinci bir hayatı da mevcuttur. Bu, kendisinden başka kimseyle paylaşmadığı ve tamamen “rafine” zevklerinden oluşan kendine ait hayatı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, fotoğraf çekmeyi seven bu adam adeta bunları yapmak/yapabilmek için bir işte çalışıyor gibi hatta. Filmde Hirayama’nın bu sakin, entelektüel hayatı şaşırtıyor, tam da beklendiği üzere. Ben de bu yazıda Hirayama gibi bir “mavi yakalı”nın her sabah uyanıp gökyüzüne bakıp gülümsemesini ele alıyorum. Bunu da başka bir roman karakteriyle aralarında benzerlik kurarak yapıyorum.

Hirayama’nın evinde televizyon yok, internet yok, hayatında akıllı telefon yok. Ancak bol bol kitap, kaset ve fotoğraflar var. Her gün düzenli bir şekilde uyanıyor ve evden işe gitmek için dışarı adımını attığında muhakkak gökyüzüne bakıyor, gülümsüyor. Hava nasıl olursa olsun. Rutinleri olan bu adam tek yaşadığı evinde, kimsenin ondan “beklemediği” bir hayat sürüyor. Tokyo’daki umumi tuvaletleri de aynı özenle temizliyor hatta; bir rutinin parçası gibi. Ama modern hayatın keşmekeşinde neredeyse yalnızca yaptığı işle özdeşleşen insanlardan farkı var Hirayama’nın. O, yaptığı işin sadece bir iş olduğunun farkında. Bu sebeple işini yapıp kendi gerçek dünyasına, yani evine geri dönüyor. Burası onun kendiyle baş başa kalabildiği tek yer çünkü. Tüm bunlardan söz etmişken filmi izlediğim ilk birkaç anda aklıma düşen bir karakterden bahsedeceğim şimdi ve Hirayama ile karşılaştırmalı olarak ele alacağım.

Kirpinin Zarafeti’nin ana karakteri Reneé’den bahsediyorum. Muriel Barbery’nin 2006 yılında yayımlanan bu romanının ana karakteri Reneé, bir kadın olması dışında neredeyse Hirayama’nın yansıması gibi. Aralarındaki bariz benzerlikleri şöyle sıralamak mümkün: İkisi de orta yaşlı ve büyük şehirlerde tek başlarına yaşayan insanlardır (Paris ve Tokyo). İkisi de bu büyük şehirlerin kalabalığı içinde deyimi yerindeyse evlerini kaçacak bir nokta, adeta bir uzlet alanı haline getirmişlerdir. İkisinin de en büyük zevklerinden biri kitap okumak ve devamında müzik, filmler ile sanatsal diğer rutinlerdir. En önemlisi de, ikisi de toplumun ikinci sınıf muamelesi yaptığı temizlik sektöründe çalışan işçilerdir. Reneé oldukça zengin insanların yaşadığı bir muhitteki apartmanlardan birinin yirmi küsur yıldır kapıcılığını yapmaktadır. Çalıştığı apartmanda bir hayalet gibi görmezden gelinen, selam verilmeden geçilen biridir. Hirayama’nın da bir tuvalet temizlik görevlisi olarak diğer insanlardan itibar gördüğü söylenemez. Bu açıdan bakıldığında, temizlik sektöründeki bu iki karakter başka mesleklere sahip insanlar olsalardı yine de bu etkiyi bırakırlar mıydı diye düşünmeden edemiyor insan.

Koji Yakusho (Hirayama) Mükemmel Günler‘de (Wim Wenders, 2023)

Filmi izlemeye devam ederken beni en çok şaşırtan mevzulardan biri de önemli Japon yazarlardan olan Yasujiro Ozu ortaklığı oldu. Perfect Days/Mükemmel Günler’in yönetmeni Wim Wenders’in Yasujiro Ozu’ya saygısı ve verdiği değer zaten biliniyor. Yıllar önce yönetmenin izlerini takip etmek üzere yapmış olduğu Tokyo-Ga filmiyle bunu ortaya koymuştu. Aradan kırk yıl geçtikten sonra aynı şehirde film yapılması Wim Wenders’in usta yönetmene bir selamı olarak çıkıyor yeniden karşımıza. Engin Ertan’ın yönetmenle Altyazı Sinema Dergisi için yaptığı söyleşisinde de “Ozu, Mükemmel Günler’i ne kadar etkiledi?” sorusuna “Tokyo-Ga’yı Ozu’nun ölümünün yirminci yıldönümünde çekmiştim. Ne kadar ilginçtir ki, bu sefer ölümünün altmışıncı yıldönümünde ve yine onun şehrinde bir film çekiyordum. Ozu’nun hayatı boyunca Tokyo’nun geçirdiği değişimi anlatma amacının bir uzantısı gibiydi ve dolayısıyla onun ruhundan pek çok şey Mükemmel Günler’e de nüfuz etti” şeklinde cevap veriyor Wim Wenders. Kirpinin Zarafeti’nde ise Reneé’nin kapıcılık yaptığı apartmana bir gün bir adam taşınır ve aralarında geçen muhabbetten anlaşılan pek çok ortak yönlerden biri de Japon yönetmen Yasujiro Ozu’ya ve onun filmlerine olan ilgileridir. Hatta birlikte yönetmenin ünlü filmlerinden The Munekata Sisters/Munakata Kızkardeşler’i izlerler. Kitapta geçen şu pasaj, Mükemmel Günler’i izlerken ne kadar hayrete düştüğümü de açıklıyor aynı zamanda: “Saat yirmi birde videoya Ozu’nun bir filmini koyuyorum: Munakata Kızkardeşler. Bu ay seyrettiğim onuncu Ozu filmi bu. Neden mi? Çünkü Ozu beni biyolojik yazgılardan kurtaran bir deha. Her şey Angéle’e, şu küçük kıza, Wim Wenders’in ilk filmlerini çok sevdiğimi söylememle başladı. Bana, ‘Peki ya Tokyo-Ga’yı gördünüz mü?’ dedi. Ozu’ya ayrılmış olağanüstü bir belgesel olan Tokyo-Ga’yı seyredince elbette Ozu’yu keşfetme arzusu duyuyorsunuz. Ben de Ozu’yu keşfettim ve hayatımda ilk kez sinema sanatı sanki gerçek bir eğlenceymiş gibi beni hem güldürdü hem ağlattı.” (s. 86) Bu bağlamda Wim Wenders’in ya da Hirayama’nın uzaktan bir akrabası diyebilir miyiz Reneé için? Sanki dünyanın bambaşka yerlerinde birbirini tamamlayan iki yapboz parçası gibi Reneé ile Hirayama; ikisi de bu ortak motifler yoluyla bu dünyadan kaçmanın yolunu bulmuşlar denebilir. Hirayama bu konuda çok konuşmuyor, onu sadece izliyoruz ama Reneé oldukça cüretkâr: “Küçük, görünmez yuvamı oydum ve bana asla karışmamasına özen gösterdiğim o öteki dünyadayım” diyor. (s. 263) Bunun sebebini de şöyle açıklıyor: “Güçlüler yaşar, zayıflar ölür. Her biri kendi hiyerarşik yeriyle orantılı zevk ve ıstırap içinde. Lisette’in güzel ve yoksul olması gibi, ben de zeki ve fakirdim. Sınıfımın hor görmesi pahasına zekâmdan yararlanmayı umsaydım ben de aynı cezaya mahkûmdum. İkinci olarak da, olduğumdan farklı olamayacağıma göre, benim yolumun gizlilik olduğu kanısına vardım: Olduğum şeye dair susacaktım. Öteki dünya asla bana karışmamalıydı.” (s. 263) Bu da her iki karakterin de toplumun beklentilerini karşılamadıklarını ve her şeyin sınıfsal olduğunu açıklıyor. Hirayama’nın muhtemelen geçmişinde farklı bir durumu var, ancak bunu tam olarak açıkça vermiyor film izleyiciye. Yalnızca zengin görünen kız kardeşinin Hirayama’ya yönelttiği “Gerçekten tuvalet mi temizliyorsun?” sorusuna şahit oluyoruz ve bundan sonrası bizim aşırı yorumumuz olabilir elbette. Ama birbirinden habersiz bu iki insanın birbirini yine de tanımadığını kim kanıtlayabilir?

https://www.k24kitap.org/kitaplar/kirpinin-zarafeti-1007