Salgın hastalık ile karşı karşıya olan bir toplumda, sağlık çalışanlarının bu hastalığın üzerine yoğunlaşmasıyla, devletin tüm desteklerini vermesiyle ve toplumun birlik içinde olmasıyla bu kriz çözülebilir diye düşünürüz.
Peki salgın hastalığın yayılmaya başladığı bir toplumda, insanların bu kaosu nasıl vahşete dönüştürebileceğini ve bu anlarda insanlığın ahlak duygusunu nasıl yitirebileceğini hiç düşündünüz mü?
Jose Saramago bunu çok öncelerde düşünmüş ve 1995 yılında insanlığa ders çıkarması gereken bir eser ortaya koymuş. Ben de bu haftaki yazımda siz kıymetli okurlarım için son derece düşündürücü olan bu distopyayı incelemek ve Saramago’nun hayatına değinmek istedim. Körlük romanını okuduktan sonra filmini de izlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Herkese keyifli okumalar dilerim.
KÖRLÜK
Her insanın, bazı kitapları okuması için en uygun zamana ihtiyacı olduğuna inanırım. Ayrıca kimi kitaplar koltuğunuza uzandığınızda bir çırpıda okunabilirken, kimi kitaplar ise sindire sindire okunmalı ve kendisinden ders alınmalıdır.
Öncelikle bu romanı, bahsettiğim ikinci kategoriye alıyorum.
1995 yılında Saramago ‘nun kaleme aldığı Körlük, okuyucusuna çok farklı bakış açısı kazandıran, bilim kurgu ve düşünce edebiyatının ürünü olan bir distopyadır. Ve bu eser, ahlak duygusunu yitirmiş, değer yargılarını kaybetmiş insanlığa yazılmış ders niteliğinde bir kitaptır.
Saramago’nun Körlük adlı romanı bilinmeyen bir ülkenin bilinmeyen bir şehrinde geçerken, kitapta karakter isimleri de bulunmamaktadır.
Toplumsal bir salgının ahlak duygusunu kaybedip, bencilleşen insanlar tarafından nasıl vahşete dönüşebileceğini gözler önüne seren roman, bir kadının da tek başına gayreti ile toplumu hayatta tutabilmek adına neleri başardığını anlatıyor.
Hikayede araba kullanan bir adam aniden kör olur, ancak bu körlük beyaz bir körlüktür. Hastalık ikinci olarak, kör olan adama tedavi için bakan doktora da bulaşır ve ardından bir salgın hastalık olarak tüm topluma yayılır. Devlet bu insanları bir akıl hastanesinde karantinaya alır.
Doktorun eşi kör olmasada eşini yalnız bırakmamak için kör oldum diyerek, o da karantinaya katılır, aynı zamanda gören tek kişidir. İlerleyen zamanlarda hastanede kargaşalar çıkar, çeteler kurulur, güçlü olan çete güçsüzleri ezmeye başlar, kadınlara tecavüz edilir, insanlar pislik içinde yaşarlar, açlık vardır, zorbalıklar vardır. Sonunda ise gözleri gören tek insan olan doktorun karısının, toplumu bu salgın hastalıktan kurtarmak için akıl hastanesindeki cesaret dolu mücadelesine ve tek başına örgütlediği dayanışmaya tanık oluyorsunuz.
Kitabı, okuyucusunu düşündüren ve sorgulatan bir eser olduğu için, toplumsal kriz anlarında ahlak duygusuna ve insanlığa farkındalık yaratan bir distopya olduğu için ve bir kadının tek başına neleri başarabileceğini gösterdiği için kesinlikle tavsiye ediyorum. Ancak cinsellik temasının fazla belirgin olması nedeniyle 18 yaş altı okuyuculara tavsiye etmiyorum. Aynı şekilde filmini de 18 yaş altına tavsiye etmiyorum. İnceleme yazımı kitaptan aldığım iki güzel alıntı ile sonlandırıyorum.
‘’Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, gören körler mi, gördüğü halde görmeyen körler.’’
“Dış görünüş yanıltıcıdır, insanların yüreğindeki güç yalnızca yüzlerine ya da bedeninin çevikliğine bakarak değerlendirilmez.”
Çok okuyun, kitapla ve sevgiyle kalın…