Gazeteci ve yazar Fikret Bilâ yeni kitabı Karşı Devrim -1923’ten 2023’e’de (Kırmızı Kedi Yayınevi), 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in ve Türk Devrimi’nin hangi süreçlerden geçtiğini inceliyor. Öncelikle bir siyasal hesaplaşma kitabı olduğunu imlediği ve “Türkiye Cumhuriyeti Devrimi (Cumhuriyet Devrimi / Demokrasi Devrimi), “Karşıdevrim Yoluna Döşenen Taşlar”, “Laik Devletin Tasfiyesi” (Üçlü Vesayetin Yıkılması / TSK’nın İki Aşamalı Tasfiyesi / Emniyetin Tasfiyesi / Yargının Tasfiyesi / Laik Eğitimin Tasfiyesi / Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Değişen İşlevi / Yeni Türkiye: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi / Yüz Yıllık Sonuç) başlık ve alt başlıklarıyla sunduğu çalışmasında Bilâ, yüz yıllık bir bilanço çıkarıyor, bir muhasebe yapıyor. Karşıdevrimin nasıl başladığını, Atatürk devrimi ile cumhuriyet kurumlarını nasıl aşama aşama tasfiye ettiğini irdeliyor.
AŞAMALARIYLA DEVRİM VE KARŞI DEVRİM!
– Karşı Devrim-1923’ten 2023’e adlı yeni incelemenizi “Türkiye Cumhuriyeti Devrimi (Cumhuriyet Devrimi / Demokrasi Devrimi), “Karşıdevrim Yoluna Döşenen Taşlar”, “Laik Devletin Tasfiyesi” (Üçlü Vesayetin Yıkılması / TSK’nın İki Aşamalı Tasfiyesi / Emniyetin Tasfiyesi / Yargının Tasfiyesi / Laik Eğitimin Tasfiyesi / Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Değişen İşlevi / Yeni Türkiye: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi / Yüz Yıllık Sonuç) başlık ve alt başlıklarıyla sunuyorsunuz.
Merceğe aldığınız bu yüz yıllık bilançonun ortaya koyduğu, özellikle karşı devrimcilerin geleceğe de ibret teşkil eden yöntemleri bağlamında yüze çıkardığı hangi gerçekler başı çekmektedir?
100 yıllık Cumhuriyet tarihi Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimleri yerleştirmeye ve savunmaya çalışan devrimcilerle, laik Cumhuriyeti yıkıp yerine din devleti kurup, hilafeti geri getirmeye çalışan karşı devrimcilerin mücadelesi tarihidir.
1950 yılında Demokrat Parti’nin (DP) iktidarıyla başlayan ve 72 yıllık çok partili hayatın yaklaşık 60 yılında iktidar olan sağ partiler dini ve dini değerleri siyasete alet etmiş ve Atatürk’ün yasakladığı tarikat ve cemaatlerle iç içe siyaset yapmışlardır.
Sağ iktidarlar özellikle Doğu ve Güneydoğu’da feodal ağalık düzeni ile tarikat ve cemaatleri oy uğruna desteklemiş, onlara milletvekilliği ve bakanlık kontenjanları vermiştir.
Atatürk, orduyu siyaset dışında tutmayı başarmış, ancak laik cumhuriyetin korunması görevini bir anlamda TSK’ya vermiştir. TSK İç Hizmet Kanunu’na “koruma-kollama” göreviyle ilgili bir hüküm de konulmuştur.
DP’nin iktidarda olduğu dönemde, oy uğruna laik cumhuriyet arka plana itilmiş, Atatürk devrimlerini halka indiren Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi kurumlar kapatılmış, CHP’nin mallarına el konulmuş, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) küçümsenmiştir.
Bu süreç 27 Mayıs 1960 darbesiyle kesilmiştir. 27 Mayıs sonrasında hazırlanan özgürlükçü, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayanan 1961 Anayasası’nın ilerici bir süreç başlattığı gerçektir.
İfade, örgütlenme ve basın özgürlüğünün hakim olduğu bu dönemde CHP’nin ve sol partilerin yükselişi, “komünizm tehdidi” olarak görülmüş ve 27 Mayıs’a karşı önce 12 Mart 1971 ve sonra 12 Eylül 1980 darbesi yapılmıştır.
12 Eylül müdahalesi Türkiye’de solu seçerken Türk-İslam Sentezi ideolojisiyle siyasal İslam’ın önünü açmış ve karşı devrim sürecini hızlandırmıştır. AK Parti’nin 20 yıllık kesintisiz ve tek başına iktidarında ise laik devlet İslamcı devlete doğru dönüştürülmüştür.
Bu süreçten CHP başta olmak üzere Atatürk ilke ve devrimlerini, laik cumhuriyeti savunan parti, sendika, sivil toplum ve meslek kuruluşlarının çıkarmaları gereken dersler vardır. Bunlardan birincisi demokrasinin ve laik cumhuriyetin korunması görevinin TSK’ya ait olmaması gerektiğidir.
Ülkede demokrasi dışı ve laiklik karşıtı siyasi faaliyetler karşısında, “bir tehlike olursa nasıl olsa ordu müdahale eder” rahatlığına kapılmamaktır. 1960’dan sonra bu hata yapılmıştır. Demokrasiyi ve laik cumhuriyeti korumak akıl ve bilime dayalı eğitim sistemin yetiştireceği bilinçli ve aydın halk ile onun parti ve diğer demokratik örgütleri olmalıdır. Bu zorlu yol yerine “orduya güvenmek” kolaycılığına kaçmamaktır. TSK’yı gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi olması gereken anayasal konumda tutmaktır. Onu siyasetin bir aracı haline getirmemektir.
Nitekim AK Parti iktidarının, TSK’nın, emniyetin ve yargının laik, Atatürkçü kadrolarını tasfiye etmesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik başta olmak üzere kuruluş değerlerinden hızla uzaklaştırılıp, İslamcı bir yapıya dönüştürülmesi bu gerçeği kanıtlamıştır.
AK Parti iktidarının kuvvetler ayrılığı ilkesini fiilen rafa kaldırıp, “üçlü vesayet” dediği “ordu-cumhurbaşkanı,yüksek yargı” kurumlarını kontrol altına alması ve anayasal bağımsızlıkları ve özerklikleri ortadan kaldırmasıyla bir siyasal İslamcı bir parti devlet oluşturulmuştur.
Bu süreçte siyasal İslamcıların hedeflerine varabilmek için kolaylıkla takiyye yaptıkları, kendilerini sakladıkları, asıl hedeflerini gizledikleri, tarikat ve cemaatlerle filan koalisyona gittikleri, Avrupa Birliği’ne girmeye çok hevesliymiş gibi görünüp otoriter bir rejim oluşturmuş olmalarından da ders çıkarmak gerekir.
AKP’NİN GİZLİ AJANDASI…
– Cumhuriyet tarihini devrim ve karşı devrim bağlamında hangi dönemlere ayırarak / tarihleyerek inceliyorsunuz?
1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlayan devrim sürecini, devrimlerin gerçekleştirilmesi ve laikliğin anayasaya girişinin sağlandığı 1923-1938 Atatürk dönemi olarak ele aldım.
Devrimlerin yerleştirilmesi, halka indirilmesi çabalarının öne çıktığı 1938-1950 dönemini İsmet İnönü dönemi olarak inceledim.
Karşı devrim sürecinin Döne çıktığı 1950-1960 arasını Demokrat Parti dönemi olarak araştırdım.
27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında kabul edilen 1961 Anayasası dönemi yeniden devrim sürecine dönüş dönemini oluşturuyor, 27 Mayıs’a ve 1961 Anayasası’na karşı yapılan 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinden sonraki dönem ise yeniden karşı devrim sürecinin hareketlendiği dönemdir.
AK Parti’nin tek başına iktidara geldiği 2002 yılından günümüze kadar olan süreci ise karşı devrim sürecinin hızlandığı ve laik devlet yapısının dönüştürüldüğü, Türkiye’nin kuruluş değerlerinden uzaklaştırılıp İslamcı bir yapıya dönüştürüldüğü dönem olarak analiz ettim.
Bugünkü Türkiye’ye baktığımızda bu üç temel direğin önemli ölçüde zayıflatıldığını görüyoruz. Devletin laik yapısı, kurum kadrolarının değiştirilmesi yoluyla fiilen ortadan kalktı. Hilafet ve saltanat yanlılarının desteklediği ve devlette yer bulduğu bir devlet yapısı oluşturuldu.
100 yıllık siyasal hesaplamanın bugün için vardığı sonuç laik devleti reddeden din devleti isteyen, hilafeti geri getirmeyi nihai hedef gören karşı devrim süreci lehinedir. Ancak karşı devrim süreci tüm hedeflerine varamamış, karşı devrimi tamamlayamamış ve çok ciddi bir dirençle karşılaşmıştır.
– Karşı devrim sayesinde bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne baktığınızda ne görüyorsunuz?
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı sonrasında 1923’te kurduğu, demokratik bir rejime kavuşturmak istediği laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile 100 yaşına giren Türkiye Cumhuriyet aynı devlet değildir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı sonrasında 1923’te kurduğu, demokratik bir rejime kavuşturmak istediği laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile 100 yaşına giren Türkiye Cumhuriyet aynı devlet mi?
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni üç temel devrim üzerine kurdu: Saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilânı, hilafetin kaldırılması. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik hukuk devleti yapısı bu üç temel direk üzerine oturur.
Bugünkü Türkiye’ye baktığımızda bu üç temel direğin önemli ölçüde zayıflatıldığını görüyoruz. Devletin laik yapısı, kurum kadrolarının değiştirilmesi yoluyla fiilen ortadan kalktı. Hilafet ve saltanat yanlılarının desteklediği ve devlette yer bulduğu bir devlet yapısı oluşturuldu.
“KAPANACAK BİR ‘PARANTEZ’ OLMADIĞI ANLAŞILMIŞTIR!”
– Öte yandan Atatürk’ün, bir dizi devrim üzerine inşa ettiği laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin demokratik, laik bir hukuk devletine dönüşüp, akıl ve bilim yoluyla çağdaş uygarlığı yakalama hedefine çok büyük bir ilerleme kaydetmekle birlikte “100 yıllık parantezi kapatacağız” diyenlerin kesin sonuca ulaşamadığını imliyorsunuz.
Bu hedefe giden kilometre taşlarını aşama aşama yok etmeye azmeden karşı devrimin yakın tarih boyunca çıkardığı ve günümüzde iyice somutlaşan acı bilançoya karşı halkın farkındalığına ilişkin yorumunuz nedir?
Önce şunu söylemek gerekir ki AK Parti Ağır bir ekonomik krizin ardından iktidara geldiğinde gizli ajandasını kamuoyundan saklamayı başarmıştır.
Bunu hem iç hem dış kamuoyunda meşruiyetini güçlendirmek için arka plana atmış, “daha çok demokrasi, daha çok özgürlük ve Avrupa Birliği üyeliği hedeflerini” ön plana çıkararak güven oluşturmuştur. AK Parti 2002-2007 yıllarındaki ilk iktidar dönemini böyle geçirerek içeride ve dışarıda desteğini artırmıştır.
Ancak, 2007 yılında cumhurbaşkanlığına AK Partili birinin (Abdullah Gül) seçilmesiyle yeni bir süreç başlamıştır. AK parti “üçlü vesayetin bir ayağı olarak gördüğü Cumhurbaşkanlığı’nı almıştır. Bir ayak kırılmıştır.
Aynı yıl başlatılan Ergenekon ve devamında Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalarla TSK’nın Atatürkçü komutan kadrolarını tasfiye etmiştir. 12 Eylül 2010 referandumu sonrasında da yüksek yargı ve yargıdaki laik kadrolanı tasfiye etmiş hem TSK’da hem yargıda FETÖ’cülerin önünü açmıştır.
Bu süreç karşı devrimci akımlar büyük mesafe aldıkları süreçtir. Devlete yerleştiler, devleti dönüştürdüler.
Tabii buna karşın anayasada “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” hükmü değiştirilmedikçe, “Devletin dini İslam’dır” hükmü getirilmedikçe, hilafet kurumu yeniden kurulmadıkça, karşı devrim sürecinin tam olarak sonuca ulaştığı söylenemez.
Bugün toplum, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti hükmünün anayasada kalmasının en önemli güvencesidir. Karşı devrim süreci mesafe alsa da iktidar bütün araçlarla baskıcı bir rejim kurmuş olsa da Türkiye’de geniş kitleler Atatürk devrimlerinin, laik devletin ve demokrasinin ne kadar önemli olduğunun bilincindedir. Bu dönemin kapanacak bir parantez olmadığını toplumsal tepkilerle ortaya koymuşlardır.
İzmir’de 9 Eylül günü Tarkan konserinde parantezin kapanmadığı anlaşılmıştı. Türk toplumunun en az yüzde 50’sinin hatta daha fazlasının şeriat düzeni değil, demokratik, laik bir düzen istediği de görülmüş durumdadır.
Türkiye’nin yeniden parlamenter sisteme geçmesi, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin değiştirilmesi, demokratik, laik, hukuk devleti niteliklerinin güçlenmesi ve uygulamaya geçmesi konusunda umut büyüktür.
Belki normal şartlar altında yapılacak bir seçimde AK Parti iktidarının sandıkta yenilmesi, 20 yıllık siyasal İslam açısından parantezin kapanması anlamına gelecektir.
AK Partinin yaptıkları, yapmak istediklerine karşı, demokratik, laik devletin, parlamenter sistemin, kuvvetler ayrılığının önemi konusunda farkındalık artmıştır.
HALK NASIL KANDI?
– Vurguladığınız gibi Cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemi döneminde Türkiye demokrasiden hızla uzaklaştı; anayasal özgürlükler, basın özgürlüğü, laik devlet yapısı büyük ölçüde ortadan kalktı. Yerine, giderek otoriterleşen tek adam yönetimi yerleşti, üçlü vesayet yerine tekli vesayet geldi ve laik devlet fiilen İslamcı bir devlete dönüştü.
Bu dönüşümde kitabınızda ortaya koyduğunuz üzere ilk döneminde (2002-2007) İslamcı hedeflerini gizleyerek mevcut düzenle uyum içinde çalışmayı önceleyen AKP iktidarı öncüllerinden başta hangi yöntemleri feyz alarak güne, çağa uyarlayarak yoluna devam etmiştir?
Ve açıkçası halk nasıl kanmıştır?
2000-2001 krizlerinin yoksullaştırdığı halk kitleleri, merkez sağ partilerin birbirine girmesi, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık iddialarının ayyuka çıkması, bankaların içlerinin sahipleri tarafından boşaltılması, bazı bankaların çökmesi, örtülü ödenek iddiaları gibi olumsuz koşullar nedeniyle halkın iktidar ve muhalefet partilerine güveni kalmamıştı.
Bu koşullarda ortaya çıkan AK Parti yöneticilerinin daha fazla demokrasi, özgürlük, eşitlik, iş, aş yoksulluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele (3 Y) seçmeni denenmemiş bir partiye yöneltti. “AK Partililerin alınları secdeye değiyor, bunlar haksızlık, yolsuzluk yapmaz, harama el uzatmaz” propagandası da etkili oldu.
Seçmen 2002 de iktidarı oluşturan koalisyon partilerini (DSP-MHP-ANAP) hem de muhalefetteki DYP’yi Meclis dışı bıraktı. AK partiyi tek başına iktidara getirdi ve CHP’yi yeniden Meclis’e soktu.
AK Parti, Ecevit Hükümetinin olumlu sonuç vermeye başlayan ekonomi programını uygulamaya devam etti. AB değerleri ve üyeliği konusunda hamleler yaptı.
Ekonomide olumlu sonuçlar alınmasını Ecevit’in IMF-Dünya Bankası destekli ekonomi programının değil, AK Parti’nin ekonomi politikasının başarısı olarak gördü.
AK Parti lideri ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “bizden ve bizden olmayanlar” biçimindeki kutuplaştırıcı politikasına olumlu karşılık verdi. CHP’yi “dinsiz, bölücü, cami yıkan, kıtlık getiren parti” propagandasına inandı. CHP ve MHP’nin “terörden ve kandan beslenen” partiler propagandasına kandı.
Çözüm sürecinde bu politikayı destekleyen AK Parti seçmeni, bu süreç çöktükten sonra Erdoğan’ın izlediği 180 derece zıt politikayı da destekledi. CHP’nin, İYİ Partinin “PKK’yla aynı safta olduğu” propagandasına da inandı.
“Yerli ve milli” ile “dış güçlerle beraber, gayri milli, terör örgütü yanlısı” ayırımına da pirim verdi. İktidar çevreleri zenginleşirken, yoksul halka “Peygamber de fakirdi, Allah sizi sınıyor, şükredin, bu sınavdan geçerseniz yeriniz cennettir” propagandasından da etkilendi.
AK Parti’nin post-truth denilen (gerçek ötesi, gerçek olmayan) propaganda diline kandı. İktidarın, dini siyasetin, devletin ve toplumsal yaşamın merkezine koymasının ne gibi sonuçlar doğuracağını kavrayamadı.
‘ATATÜRK KARŞI DEVRİME KARŞI HER TÜRLÜ ÖNLEMİ ALMIŞ, KİMİ SİLAH ARKADAŞLARINI DA KARŞISINA ALMAKTAN ÇEKİNMEMİŞTİR!’
– Kitabınızda Atatürk’ün güçlü karşıdevrim hareketleriyle mücadelesine ilişkin hangi vargılarda bulunuyorsunuz?
Atatürk gerçekleştirdiği devrimleri karşı devrimci akımlara karşı korumaya kararlı bir liderdi. Bu yönde her türlü önlemi almaktan kaçınmamıştır.
Atatürk, sadece laik bir devlet ve toplum düzeni değil çok partili, demokratik bir siyasal sistem amaçlıyordu.
Bu amaçla kendi döneminde çok partili siyasal sistemi oluşturmayı denemiştir. Ancak o zamanki koşullar muhalefet partilerini laik rejim karşıtı, karşı devrim yapmaya çalışan gerici akımların odağına dönüştürmüştür.
Bu gerçeği gördüğü anda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı ve daha sonra Serbest Fırka’yı kapatmıştır. Şeyh Sait isyanını ve Menemen olayını da karşı devrim kalkışması olarak görmüş ve en ağır biçimde bastırmıştır. Takrir-i Sükun Kanunu çıkarmaktan, İstiklal mahkemeleri kurmaktan çekinmemiştir.
Hilafet yanlısı olan, cumhuriyetin ilanına karşı duran Kurtuluş Savaşı’nı birlikte verdiği silah arkadaşlarını da karşısına almaktan çekinmemiştir. Bu isimler arasında Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Kazım (Karabekir) Paşa, Dr. Adnan (Adıvar) ve Rauf (Orbay) gibi isimler vardır.
Sadece karşı devrim akımlarıyla mücadele etmemiş ayrıca Halkevleri ve Halk odalarıyla devrimleri halka indirmek, aydınlanma yolunu bilime ve akıla dayalı eğitimle açmak için büyük çaba göstermiştir.
’CHP BAŞTA OLMAK ÜZERE 6’LI MASA’YI OLUŞTURAN PARTİLERİN TARİHİ BİR SORUMLULUKLARI VAR!’
– Atatürk’ün yolundan ilerlemeye kararlı yükselişte olduğunu imlediğiniz siyasi akımların potansiyelini ve tarihi sorumluluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Atatürk’ün yolundan ilerlemek açısından baktığınızda CHP’nin, İYİ Parti’nin, Demokrat Parti’nin tereddütsüz olduğunu söyleyebiliriz.
6’lı Masa’da yer alan AK Parti’den ayrılmış Gelecek ve DEVA partilerinin de Atatürk’le bir sorunları olmadığı sonucuna varılacak açıklamaları, kutlamaları vardır. Saadet Partisi’nin Atatürk’e saygı göstermekle birlikte bazı alanlarda farklı düşündüğü bilinmektedir.
Bu partilerin seçmen desteği açısından büyük bir potansiyele sahip oldukları açıktır. Anket ortalamalarına göre bu partilerin toplam oy potansiyele yüzde 45 düzeyindedir.
Laiklik, Erdoğan ve cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemi karşıtlığı açısından HDP de dikkate alındığında bu potansiyel yüzde 60-65 aralığını bulmaktadır. HDP’nin Atatürk’ün yolundan ilerleme konusunda CHP ve İYİ Parti’yle aynı frekansta olduğu söylemez.
Özellikle “ulus devlet, üniter devlet” konusunda HDP’nin, Atatürk’ün ilkeleriyle çatıştığı gerçektir. Ancak, laiklik konusundaki tercihi bu partiyi de siyasal İslam devleti karşıtlığına oturmaktadır.
Demokratik laik Türkiye Cumhuriyetini korumak açısından aslında bütün partilerin aynı safta olması gerekir. Ancak AK Parti’nin siyasal İslamcı karakteri açıktır. MHP’nin AK Parti’ye verdiği destek, Atatürk milliyetçiliği açısından sorunludur.
Bu koşullarda başta kurucu parti niteliği taşıyan CHP başta olmak üzere 6’lı Masa’yı oluşturan partilerin demokratik ve laik cumhuriyeti yeniden inşa etmek gibi tarihi bir sorumlulukları vardır.