Eşik kavramını, 2018 yılında kaleme aldığım kitabımın başlığında kullanmıştım. Sosyal medyadaki yetişkin görünümlü çocukları anlatan, “ne çocuk ne de ergen”, arada anlamına gelen “tween” ile “eşik” kavramı örtüşmüştü.
Hatta tween yerine “eşikergen”i önermiştim. 13 yaş sınırı getirilmeden önce Instagram’da, tween etiketi çok popülerdi. 8-13 yaş aralığındaki kız çocukları bu etiketle milyonlarca paylaşımlarda bulunuyordu. Türkiye’de farklı kolejlerde okuyan 20 kız çocuğuyla yaptığımız bilimsel araştırmalar sonucunda Eşikteki Çocuk #tween doğdu.
Bugün, uyku bandından, dudak parlatıcısına kadar güzellik endüstrisi, şöhret ve cinsiyetçi bir “kız çocuğu kültürü”ne bulaştırılmış çocuklar, annelerinin menajerliğinde sosyal medya fenomeni olarak kariyerlerine devam ediyorlar. Lüks, gösteriş, özseverlik ve öz-sergileme sarmalında “süs bebeği konsepti” yetişkin-çocuk ile temsil buluyor. Diğer yandan çocuklarda öz-değer, özsaygı ve öz sevgi eksikliği de yükselişte… Çığırtkanlığını yaptığım bu davada, çocukluğun yok oluşunun eşiğindeyiz.
Eşik ve komünitas…
Sorunu daha iyi anlamak için “eşik/limen” ve onunla bağlantılı olarak “komünitas/communitas” kavramlarına ihtiyacımız var. Eşik, belirsizliği anlatan ara bir konumdur.
Antropolog Victor Turner, eşiksellik/liminallik kavramı ile bireylerin bir konumdan diğerine geçtiği, muğlak, zamansız ve görece kimliksiz bir alanı betimlenir. Aslında geçiş ritüellerine katılan bireylerin bu deneyimleri, Turner’in kuramlarının dayandığı Fransız dil bilimci ve etnolog A. Van Gennep tarafından üç evrede tanımlanır: Ayrılma, eşik ve bir araya gelme.
Turner, topluluğun egodan ve ikilikten özgürleşerek deneyimlediği “bir oluş” halini komünitas olarak kavramsallaştırır. Örneğin nişanlılık, eşiksel bir evredir. Bireyler bu evrede, ne evli, ne de bekardırlar. Eski konumdan yeniye geçişte, eşik, genelde sağaltıcı, daha çok arabulucu bir işlev görür. Türk mitolojisinde de eşiğin bir ruhu vardır, kutsaldır, eşli manasına gelir.
Tekin olmadığına inanılır, bu yüzden de eşiğe basılmaz. İnsan yaşamında, doğum, düğün ve ölüm evrensel eşik evrelerdir. Hepsi farklı ayin, tören, töre ve mite tabidir, bireyi erginleştirir. Örneğin cenaze evinde insanlar acıda birleşir; hiçleşir, mülksüzleşir, cinsiyet farkları bulanıklaşır, kimlikler ve hiyerarşiler çözülür. Ayrımcı bilinç fani dünya ile terk edilir, komünitas deneyimi yaşayan eşitlikçi ve dayanışmacı bir cemaat ortaya çıkar.
Beşikten eşiğe…
Beşikten mezara, doğumdan ölüme değin, ömür, bir eşikten diğerine hızla geçiyor. Kaostan kozmosa, sonra yine kaosa… Kadınlar için bu durum daha da sancılı, adaletsiz ve şenliksiz. Örneğin sünnet düğünü ile regl matemi gibi paradoksal kültürel pratikler; yani cinsiyet eşitsizlikleri erginlenme yoluyla da yaşatılıyor. Manavdan sebze alır gibi “kız isteme”, lekesizliğin sembolü beyaz gelinlik ya da bekaretin sembolü kırmızı kuşak gibi adetler, büyükşehirlerde yaşayan, eğitimli, kariyer sahibi ve gelir seviyesi yüksek bireyler (!) tarafından sorgulanmadan sürdürülüyor.
Tünelde yaşam…
Her eserinde arada kalmışlığı vurgulayan Ahmet H. Tanpınar’ın, Abdullah Efendinin Rüyaları hikayesinde olduğu gibi, insanlar ömür boyu bir eşiğin önünde adımlarını tecrübe ediyor, ama ileri geçemedikleri için eşiğe saplanıp kalıyorlar. Anlattığımız gibi tünelde yaşamaya mahkum bırakılan en masum kitle, çocuklar.
Bizler ayrılığın, “yeniden birleşme” ile son bulması gereken eşikteki akışın tersini yaşıyoruz. Tıpkı askıya alınan nişanlılık evresinin tamamen kopuşla sonlanması gibi. Batılıların “ilkel” olarak yaftaladığı ilksel toplulukların eşikten anladığı: “Sürdürülebilir bir topluluk için çatışmaların doyum ve bütünleşme ile son bulması.”
Tünelden ışığa geçiş için insanın sırasıyla kendisi, ailesi, komşusu, mahallesi, şehri, ülkesi, dünya ve evrenle bütünleşmesi gerekmez mi? Güzel, E. (2019). Eşikteki Çocuk #tween. İstanbul: Kırmızı Kedi Y. Turner, V. W. (1978). In And Out Of Time: Festivals, Liminality and Communitas. Folklife.