Enis Batur’un yeni kitabının içinde bir sürü fotoğraf, resim, gazete kupürü, el yazısı, mektup var. Onların hemen ardından gelen çağrışımlar ise Batur’un hayata bakışını yansıtıyor okuruna…
Enis Batur uzun yıllardır yazan, yayınlayan, üreten bir isim. Üstelik oldukça geniş bir yelpazeye sahip; şiir, deneme, gezi, antoloji gibi pek çok başlıkta kitapları mevcut. Zaman zaman çeşitli tür ve başlıkları birbiri içine geçirerek deneysel metinlere de imza atan Batur, bugüne kadar 200’e yakın kitap yayınladı. Son yıllardaysa sınırlı sayıda basılan özel basım kitaplarla okurlarının karşısına çıkıyor. Kendisinin en son yayınlanan kitabı ‘Foto-Grafiti 114 Gözdikme’ adını taşıyor. Kırmızı Kedi Yayınları etiketine sahip olan ‘Foto-Grafiti 114 Gözdikme’, adı üstünde 114 görselin çağrışımlarından oluşuyor. Küçük ve kısa bir kitap bu. Sol sayfada yer alan görseller, sağ sayfadaki çağrışımlarla birleşiyor. Ortaya çıkan kısa paragraflarsa derinliği itibarıyla görselden çıkıp başka bir forma dönüşüyor.
Batur’un bu görselleri nasıl bir elemeyle bir araya topladığına dair bir bilgimiz yok. Değindiği konuları kabaca değerlendirdiğimizde yazarın ortak bir tema kaygısı taşımadığını söylemek mümkün, ama illa bir ortaklık gözetecek olursak, görsellerin (ve dahi çağrışımların) geçmiş ve şimdinin dengesi üzerine bir araya getirildiğini söyleyebiliriz. Başından beri çağrışım dediğim “şey”ler aslında sadece çağrışım da değiller; onları bazen geçmişten gelen bir anı, bazen geleceğe yönelik bir kaygı, bazen de anın o tuhaf boşluğuna benzeyen yorumlara benzetebiliriz. Zaman zaman eleştiri, zaman zaman özlem taşır. Çeşitli bağlamlar üzerinden yorumlar içerir. Hal böyle olunca da kitabı net bir kategoriye hapsetmek pek mümkün olmaz.
“PARA SIKINTISI ÇEKTİĞİNİ BİLSEYDİM…”
Rod Stewart’ın “Downtown Train”den hareketle başlayan bir çağrışım (ki çok sevdiğim bir şarkıdır), Batur’u bir fotoğraftan yolculuklara, yolculuklar da yazma meselesine getirir. Sonra da “Doğru değil, insanın en yüksek yolculukları sıkısıkıya kapandığı bir odada yaptığı” diye yazar ve şöyle devam eder: “Çocukluğumda aklımı çelen bir valizi taşıdım ben, hep: içi kat kat açılan, biçimi değişmeksizin oylumu sonsuz büyüyen o valizin, gizli kapaklı sayısız bölmesine kendimin saydığım, kendimin olsun istediğim herşeyi yerleştirirdim. Ondan belki yazmaya başladım. Hem katlanılabilen bir valiz olabilirdi yazım, hem dibini görmediğim bir kürede yapacağım yolculuklar için abonman bileti.”
İlerleyen sayfalarda imza meselesine gelir sıra. Batur uzun zamandır kitaplarını imzalamadığını, ancak birisi özellikle isterse onu kırmadığını belirtir. Devamında, vaktiyle imzaladığı kitapların sahaflarda ortaya çıktığı için de böyle bir tavır geliştirdiğini anlarız. Çağrışımın ilgili görselinde ‘Başka Yollar’ kitabı vardır. Batur bu kitabı “Orhan Pamuk’a, aynı yollar” şeklinde imzalamıştır. Sahafta bulunan kitaplardan biri de budur. Belli ki bu meseleye gönül koyar Batur. “Yanlış yazmışım: ‘aynı yollar’ olur mu hiç, ‘Başka yollar’dı” der. Sonra da şöyle yazar: “Para sıkıntısı çektiğini bilseydim Orhan’ın elimden geleni yapardım ama.”
Az Söylemek
Başka bir yerde Muzaffer Erdost’un çektiği bir fotoğrafla karşılaşırız. Yıl 1965, yer Ankara’dır. Fotoğrafta Orhan Duru, İlhan Berk, Turgut Uyar, Ceyhun Atuf Kansu ve Bilge Karasu yan yana konmuş sandalyelerde oturmaktadırlar. Pek tanınmadıkları yıllardır, doğru düzgün okurları yoktur. Batur, “bir fotoğrafaltı denemesi” dediği bu çağrışımda, bahsi geçen isimlerin fotoğrafı çektirdikleri anda neler düşündüklerine dair sorular sorar. Herhangi bir varsayımda bulunmadan sorar üstelik. Böylece okur olarak biz de aynı sorunun peşine bilinçsizce takılıp 1965’e giderken buluruz kendimizi. Diğer bir değişle, kitabı okurken iş biraz da okura düşer. Yani ‘Foto-Grafiti’deki görseller ve çağrışımlar okurdan onu sadece “tüketmesini” beklemez. Batur kendi bakışından bir paragraflık, ortalama elli altmış kelimelik çağrışımlarda bulunurken, okur da bu iki birleşimden kendi çağrışımlarını yaratır. Zira metin buna müsaade eder. Az söyleyerek müsaade eder. Soru sorarak, önemli yerlere dokunarak müsaade eder.
Noktalama İşaretlerinin Önemi
Kitaptaki 114 görsel arasında benim en çok ilgi çeken şeylerden bir tanesi de Hemingway’in ‘Yaşlı Adam ve Deniz’ kitabına dair olan kısımdır. İlgili görselde, kitabın bir bölümündeki bütün kelimelerin kaldırılıp yalnızca noktalama işaretlerinden oluşan bir “birliktelik” vardır. Batur bu görsel üzerinden günümüzün yazma alışkanlığından ve noktalama işaretleriyle oluşturulan emojilerden bahseder ve çağrışımını şu şekilde noktalar: “Uzmanlar, bugün konuşulan (ve yazılan) bütün dillerin on bin yıl sonra unutulacağını söylüyorlar.”
Kehaneti bir yana bırakarak, bir kitaba sadece noktalama işaretleri üzerinden bakmak bile farklı bir okuma biçimine kapı aralayabilir kuşkusuz. Belki böylece, bir virgül için ölünen bir dünya düşleyen Cioran’ın söylediğini -değil hissettiğini anlamaya bir adım daha yaklaşabiliriz. ‘Foto-Grafiti 114 Gözdikme’nin içinde bir sürü fotoğraf, resim, gazete kupürü, el yazısı, kitap sayfası, mektup var. Onların hemen ardından gelen çağrışımlar da aslında Batur’un hayatını ve hayata bakışını yansıtır bize. Kitabı okurken ciddi, çokça meraklı, yer yer melankolik ve sakin bir atmosferle karşılaşmamız belki de bundandır sanıyorum.