Refaat Alareer: Gazze unutulmasın diye
İşgal, savaş, açlık ve kıtlığın gölgesinde, gece gündüz silahların ve bombaların dinmeyen gürültüsü içinde, bir kalem arayıp bulmak, bir parça sayfaya, çökmüş duvarlara, bombalanmış okulların kara tahtalarına kişisel anılar, küçük ayrıntılarla dokulu şiirler yazmak: fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu, siyah beyaz düğün fotoğrafları, rüzgârda sallanan boş bir çamaşır ipi, bir çocuğun kenarda unutulmuş oyuncağı, selvi ağacının kırık dalı. Gündelik, sıradan, dünyevi detayları anlatan yaslı ama ısrarcı mısralar. Soykırımın ortasında, soykırıma rağmen, soykırıma meydan okur gibi hayata tutunan.
Sonra o mısraları, çadırlarda, barınaklarda korunmaya çabalarken, telaşla, telefonda kısa mesajlarla tanıdıklara yollamak ya da el yazısı sayfaların fotoğraflarıyla sosyal medyada paylaşmak, dış dünyaya ulaştırmak. Her gönderimin ne kadar tehlikeli olduğunu bile bile. Telefon ya da uydu sinyalinin, yerini belirleyip kendisini ele verebileceğinin farkında olarak, bazen de bedelinin bir mermi, bir şarapnel olmasını göze alarak. Gazze unutulmasın diye.
Gazze’deki birçok şair bugün, kuşatma altındaki şehirde, savaşın ve kaybın tanığı, insanlığın hafızası olmak için yazıyor. Çünkü onlar için şiir, hayatta kalmanın, direnişin ve iletişimin en güçlü, en insani araçlarından biri.
Bu şairlerden biri, İngiliz edebiyatı profesörü Refaat Alareer, 2011 yılında, henüz otuz iki yaşındayken, tıpkı Gazze’de yaşayan birçok insan gibi hayatın kısalığını ve kırılganlığını hissederek, “Eğer ölmem gerekiyorsa” diye başlayan bir şiir yazdı. Ve Aralık 2023’te bir İsrail hava saldırısında abisi, kız kardeşi ve dört yeğeniyle birlikte öldürüldü; geride karısı ve altı çocuğunu bıraktı.
Eğer ölmem gerekiyorsa,
sen yaşamalısın
hikâyemi anlatmak için
Alareer şiirinde ardında kalan birinin eşyalarını satıp bir parça kumaşla biraz ip alarak bir uçurtma yapmasını istediğini yazmıştı. Beyaz, uzun kuyruklu bu uçurtma; Gazzeli bir çocuğun, kendi gibi gidip dönmeyen babasını beklerken gökyüzünde görebileceği bir umut simgesine dönüşsün diye. O çocuk, bir anlığına uçurtmayı bir meleğe benzetip, sevginin yeniden dünyaya döndüğünü hissetsin diye.
Eğer ölmem gerekiyorsa,
bırak umut getirsin
bırak o bir masal olsun
Ama onca ölümün, o kadar kaybın ortasında uçurtma uçurmak, umut beklemek, masal yazmak mümkün mü? Hele de bunu şiirle dile getirmek? Saf bir yanılsama mı bu? Bir kaçış ya da bir inkâr biçimi mi? Belki de insanın kendini avutma, kendini kandırma hâli. Şiir dediğin keşke güç düşkünü, iktidar sarhoşu, kana susamış liderlerin kalbini ve aklını değiştirebilse. Keşke silahları susturabilse, uluslararası koalisyonlar kurabilse, ateşkese aracılık edebilse. Keşke çocukları enkaz altında kalmış bir anneyi teselli edebilse. Mümkün mü?
Ama insanın vasiyeti, Refaat Alareer’in bıraktığı gibi on dokuz mısralık bir çağrıdan ibaretse, o şiiri yazmak da şart olur. Geride kalanlara, gelecek nesillere. Beyaz, uzun kuyruklu bir uçurtma misali.
Nitekim öyle oldu. 2023’teki ölümünden bu yana Alareer’in kelimeleri, sosyal medyada hızla yayıldı ve dünya çapında büyük ilgi görerek, yüzün üzerinde dile çevrilerek, 21. yüzyılın en çok okunan şiirlerinden biri oldu. Ünlü kişiler tarafından seslendirildi, uluslararası protesto ve nöbetlerde yankılandı, şiddet ve katliama karşı direnişin simgesi haline geldi. Yani ne yanılsama ne kaçış, ne de inkâr; bir mirastı bu şiir: cesaretin, iradenin, insanlığın ve elbette kalemin gücünün. Demek ki bazen bu da mümkün.
Çünkü en zor koşullarda bile, baskının, acının, hatta ölümün eşiğinde, yazmak, yaratmak yine de bir ihtiyaçtır. Bir ilaç, bir direnç, bir çare.
İpek S. Burnett


