Sorularla Tırmanış: Dilşah Ünlü

İnsanlar neden dağların ve kayaların zirvesine tırmanmak ister?

“Annemle Tırmanış”, kendini ve doğayı tanımak üzerine bir hikâye.

İlk kitabında toplumsal cinsiyet rollerini sarsan, anne-çocuk bağı üzerinden özgürlük ve aile ilişkilerini sorgulayan, brokoliye benzeyen ağaçlar ve Latmos’un fısıltılarıyla okurlarını bir tırmanış macerasına çıkaran Dilşah Ünlü ile keyifli bir röportaj sizi bekliyor.

Tırmanış kemerlerinizi sıkı tutun!

Anne Defne ve oğlu Tan bir tırmanış macerasına çıkıyorlar. Bu macerada erkek figür yerine bir kadının olması ataerkil kalıpları sarsıyor ve cinsiyet eşitliğine katkıda bulunuyor. “Annemle Tırmanış”ı toplumsal cinsiyet rollerinden inceleyecek olsanız okurlarınızla neler söylersiniz?

Oğluyla dağa, kayaya tırmanan bir kadın figürü çoğu zaman alışılmışın dışındadır fakat doğa bizim cinsiyetimizle, mesleğimizle, yaşımızla ilgilenmez. Dağ, kim olduğumuzu hiçbir zaman sormaz. Doğa, taraf tutmaz. Onun için önemli olan bizim orada olmamız ve yanımızda “kendi”mizi getirmemizdir. Ben de Defne’yi, yani anneyi, bir mentör gibi yazmak istedim. Kurguda, didaktik herhangi bir ses duyması mümkün değil okurun. Oğluyla tırmanış yapan, ona eşlik eden; yol gösterenden ziyade aynı uzamın deneyimini paylaşan bir insan Defne. Kadın ve anne sıfatlarından üryan.

Bence çocuk edebiyatında kadının görünürlüğü çoğu zaman “evin içi” ile sınırlıydı. Son yıllarda bu fikir, kurgu metinlerde yerle yeksan edilse de yazarların ve okurların atfettiği bazı kalıplar var. Ben onu da yıkmak istedim. Eril gücün yer tuttuğu bir sporun zirvesine bir kadın ve oğlunu çıkardım. Ama zannetmiyorum ki Tan ve Defne için “zirve” önemli olsun. Onlar, doğanın öğretisinde ve deneyiminde kendilerini arayan iki ruh. Özellikle çocuk edebiyatında bu “eşit” temsillerin çoğalması dileğiyle…

Kitapta tırmanış sporu yapılıyor, bu tırmanış sizin uzmanlık alanınız P4C göz önünde bulundurulduğunda sadece spor olmaktan çıkıyor. “Annemle Tırmanış”ta zirve ne anlama geliyor?

Tırmanış, dağ, zirve… Bunlar günlük hayatta da sıklıkla kullandığımız ya da düşündüğümüz metaforlar. Varoluşsal bir serüvendeyiz hepimiz; rotamızı kaybediyoruz, zirveyi hayal ediyoruz, dağ gibi engelleri aşıyoruz… Çocuklarımıza, mütemadiyen, sonu mutlu biten masallar anlatmak insani ve yetişkin sorumluluğumuza taş koyuyor gibi. Çatışma, merak ve mücadele, çocukları ve bizleri geliştiren yer. “Annemle Tırmanış”ta da bu kavramlar P4C için harika bir zemin hazırladı. Tan’ın zirveye çıkmadan önce yaptığı hazırlıklar, hissettiği duygular var: tedirginlik, heyecan, çaba, azim, merak, dayanıklılık… 

Tırmanış da aslında bir tür düşünme biçimi. Zirveye çıkan ayaklarınız değil, zihninizdir. P4C de bu yolculuğun sessiz yönü, tırmanışta sessiz olup iç sesimizi duymak çok kıymetli. Çocuklar her adımda: “Neden tırmanıyoruz?”, “Zirve neresi?”, “Bazen durmak da ilerlemek midir?” gibi soruları kendilerine soruyorlar. Zirve, düşünmek için iyi bir metafor oluyor. Zirvenin ne anlama geldiğini ise zirveye çıkan çocuklar daha güzel verebilir ama sanırım kendine yaklaşmak, yukarı tırmanmak yerine iç dünyana inip yeni rotalar aramayı temsil ediyor.

Herkesin hayattaki “zirvesi” farklı olsa gerek, sizin için zirveye çıkmak ne demek?

Zor bir soru… Benim hayatımda yükseklikleri birbirinden çok farklı, birçok zirve var. Kimi teknik bir tırmanış gerektiriyor, kimi sabır, kimi zirveye çok az bir mesafe kala, güvenliğim için zirveden dönüş kararı almamı… Her zirve ya da dağ, önce ruhsal dayanıklılık ve rezilyans ister. Dağ izin verir mi vermez mi zirvesine ulaşmamıza, tırmanış öncesi yüreğimizden sorarız. Ama bu sorunun yanıtını da tırmanışa başlamadan ya da zirveye yaklaşmadan almamız mümkün değildir. Demem o ki, kendi sorularımın cevabını dağın sesinden ve yankısından duymak, benim için zirve demek.

Tırmanış sporu ve dağcılık konusunda eğitimlisiniz, “Annemle Tırmanış” atölyelerinde okurlarınıza tırmanış ekipmanlarınızı tanıtıyorsunuz. Bize bu atölyenin amacını ve işlenişini anlatır mısınız?

Tabii, ben dokuz yıldır TDF’nin lisanslı bir sporcusuyum. Ve bunu burada özellikle belirtmek isterim ki 1.55 boyunda ve 48 kiloyum! Güç, gerçekten de somut ya da fiziksel bir kavram değil. Bu kavramın, temel ve mecazi anlamda altını çizmek isterim.

Atölyelerde her ip, her karabina aslında bir hikâye anlatıyor. Çocuklar tırmanış ekipmanını tanırken bir yandan da bağ kurmanın anlamını keşfediyorlar. İp, anneyle çocuk arasındaki ilk bağ olan göbek bağının somut hâli. Tırmanışta da o ip, iki kişiyi birbirine bağlar; biri düşerse diğeri tutar. Bu, hem güvenin hem özgürlüğün öğretisidir. Atölyelerde her çocuk kendi “zirve ipini” düğümlüyor. Bu düğüm yalnızca fiziksel değil, sembolik bir bağ: “Kendime inanıyorum, sana güveniyorum.”

Ve belki de çocuk edebiyatında en çok ihtiyacımız olan şey bu iki cümlenin yan yana var olabilmesi. İnanç ve güven…

“Annemle Tırmanış” kitabını yazarken bir amacınız var mıydı? Kitabınızı beş sözcükle özetler misiniz?

Bu kitabı yazarken aklımda tek bir görüntü vardı: Bir anne ve bir çocuk, birbirine bağlı ama özgür; aynı ipte, aynı ritimde, ama kendi adımlarında. Ben bu hikâyeyi “annelik”le “bireysellik”in çatışmadığı, tam tersine birbirini var ettiği bir duyguyla ve bilinçle yazdım. Çünkü çocukla aramızdaki bağ, bizi tutan kadar serbest de bırakan bir bağdır. Tırmanış, bu anlamda görünmeyen bir köprü, hem güvenin hem keşfin simgesi oldu.

Defne’nin dağcı olması, bir “kahramanlık” değil; kendine dönüş, kendi bedeninde yeniden yer bulma hâli. Doğa da bu yolculukta yalnızca fon değil; nefes alan, dinleyen, rehberlik eden bir varlık olarak zihnimde oluştu. Ve tüm bunlar Latmos’un kayaları arasında doğdu. Latmos, yalnızca bir dağ değil; binlerce yıllık sessiz bir hikâye. Kayalarında ana tanrıçalar, gölgelerinde ilk insanların fısıltısı ve izi var. Orada hâlâ doğayı korumak için direnen insanlar yaşıyor; toprağın, suyun, ağacın hakkını savunanlar. Ben bu kitabı, onların sesine de bir yankı, çocukla annenin bağına da bir izdüşüm olarak yazdım.

“Annemle Tırmanış” bağ kurmanın, özgürleşmenin ve birlikte var olmanın hikâyesi. Beş sözcükle özetlesem: Bağ, cesaret, keşif, doğa, özgürlük.

Röportaj: Yaren Şahin

tr_TRTurkish