Dülger Balığı
Yeraltından Notlar – IV

GERÇEK: Hayatta sadece tek gerçek olsa aynı temada yüzlerce resim yapılamazdı, demiş Picasso. Örneğin le féminisme kelimesi erildir, feminizm, eril yani… Görünenle gerçek aynı olsa bilime gerek kalmazdı diye buyurmuş Marx. “Tohumu çıplak ek, tarlayı çıplak sür, hasadı çıplak kaldır.” Hesiodos babamızın emri de böyle. İnsan ve toprak, ne güzel, çırılçıplak. Çiftçi erkek, toprak kadın gibi… Vergilius nudus ara, sere nudus diye yinelemiş. Aslında çıplak iş yapmayı kastetmiyor tabii. Hesiodos’un öğüdünün gerçeği böyle değil yani. Demeye getiriyor ki bu işleri yapacağın vakit, hava, terleyeceğin kadar sıcak olsun ki soyun… Soyunacağın kadar sıcak olunca yap bu işleri. Ama bu dizeyi, insanlar, ay altında, çırılçıplak hasatta gibi düşünmek de hiç fena değil! Bir Picasso resmi gibi, öyle değil mi?

BAHÇELER: Bir zamanlar bahçelerde demiş Plinius; yaşlı olan Plinius bu, genci değil, bu işleri yaşlısı bilirdi; demiş ki bahçelerde ruhani şeyler vardı. Çünkü demiş sakallarını sıvazlayarak, romatizması var mıydı acaba, arada bacaklarını ovalar mıydı; çünkü demiş bu durum, bir zamanlar ağaçların tanrılara tapınmak için kullanılmış olmasındandır. Sonra daha da korkunç bir şey ekliyor: “Ağaçlar bunları hâlâ hatırlar fakat tanrılar çoktan unutmuştur.” Ortada, bir zaman tapınılan ağaçlar kalmış yani sadece. İnsanın bir zamanlar taparcasına yüzünü tenine sürdüğü birine, sonradan durakta rastladığı bir yabancı gibi bakabilmiş olması nedir: Tanrılar çoktan gitmiştir, perileri uçmuştur, ağaçlar kalmıştır. N’olmuş yine Esrâra, efsânede kalmıştır.

YAZANGOZ: Biz dülger balığı deriz, İspanyollar pez de San Pedro diyor. Nedir, Aziz Petrus’un balığı. Halk inanışında Aziz Petrus’un parmak izleri bu garibanın üzerindedir. İsa’ya İspanyolcada Jesús derler. Günlük dilde bazen Jesucristo (İsa Mesih) diye geçer, Mesih kelimesi de bildiğiniz mesh etmekten geliyor, sürmek; kutsal yağı sürünmekten. Bir rivayete göre de dülger balığına İsa Peygamber dokunmuş. Balığın iki yanında hâlâ, bugün de görünen koyu izler, İsa’nın ya da Aziz Petrus’un parmak izi oluvermiş. Ne güzel, ne şairane. Halk nasıl da şair. O minik çiçeğe aslanağzı adını kim yakıştırdı, ne şairler var. Dülger, Farsça durūdgar, marangoz sözcüğünden. İsa da bu meslekten ya… İncil’de peygamberin, balıkları durmaksızın çoğalttığı müthiş bir bölüm var; o dokunur, suda az olmasına rağmen durmadan çoğalır balıklar, halk da doyar. Herhalde İsa, bizim dülgere daha başka dokunmuş olmalı. Suyun onca balığı olmasına karşın, bir tek o taşır izleri. Sait, bizim cânım Sait ne demiş Dülger Balığı’nın Ölümü’nde: “Onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak (…) İlk çağlardaki canavar halini bulacak. Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağız.” Ne işleyiş ama! Ne mükemmel metin! Marquez’in sözüdür: “Edebiyat marangozluktur.” İzini taşımış balık marangozun. İzlerini taşıyorum.

CANIM HULKİ: Hulki Abi’yi hatırlıyorum. Aktunç’u. 2008’de Kalbin ve Tenin Bütün İstekleri yayımlandığı sıralarda, yanına gittim, kitabı götürmeye. O da gençken nasıl Kemal Tahir’e giderdi, öyle gittim. Feneryolu. İçerdeki odadan bana resimlerini alıp getirmiş, birkaçını imzalamıştı. Kış değildi ama üşüyordu, kafasında bir bere. Evde kitaplar, kitaplar… Sonra hikâyeyi eline almış, tek tek bazı yerlerine küçük küçük dokunmuştu. Neler öğrendim o gün ondan… Daha önce bu kez, 2003 yılı. Tomris Uyar’ın cenazesi. Daha kimsecikleri tanımayan bir çocuk, edebiyat dünyasından (neresiyse o) biri değil. Teşrifat. Derken namaz vakti geldi. Baktım cenaze namazına kimse buyurmuyor. küçük İskender davrandı, sonra Hulki Abi… Dedim ben ne duruyorum… Fakat Tomris Hanım’ın ölümüne çok üzülmüş, içmişti gelmeden, ayakta durmakta zorlanıyordu canım Hulki Aktunç. Bana dayanmıştı, omuz verdim. Sonra tabutu da birlikte omuzladık. Birlikte koyduk yeşil arabaya. Ezilmiş Leylaklar Kitabı daha henüz çıkmıştı. Bir yerden ev adresini bulup Tomris Hanım’a göndermiştim. Ne bilirdim ki! O sıra hastanedeymiş, ölmek üzereymiş. Zarfa yazdığım adres de doğru adres değilmiş zaten. Kim bilir şimdi, benim Tomris Hanım’a, çocuk halimle yazdığım âşık sözlerle imzalı kitabım, nerede? Kaybolmuş mektuplar mezarlığında bir melek… Hulki Baba ile bitsin, nasıl yazangoz bak ey okur: “Canım efendim, çocuksun. Öksürürsün. İhsan Sani Öksürük Şurubu içirirler sana kaşık kaşık. Mis. Bazı çocuklar bu şurubun tiryakisi olur. Yerli yersiz içer dururlar. Eee? Gelincik? Afyonun kız kardeşi. Mahcup uyuşturucu. Çayır Güzeli, koyu koyu gelincik şerbeti yapıyor. İçiyor, sızıyor derler.”

Daha yolun başındayken, hikâye geleneğimize omuz vermişim demek, bir gelincik şurubu güzelliğinde hikâyemize… Mis.

Onur Caymaz

tr_TRTurkish