Kitap ve Kitapçılık

Nereden gözüme ilişti? Eski mecmualarımızdan biri, bir zamanlar şehrimizde yayımlanmış, mahut Mütareke, işgal salgınları esnasında kapanmış olan, bir tarafı Almanca, diğer tarafı Fransızca, Osmanischer Lloyd[1] adındaki gazetede yer alan ve 1910 senesine ait, Almanya kitap ihracatını anlatan bir istatistikten bahsediyor. Önsözünde, “Kitap, nerede çok bulunur, nerelerde çok okunur, nerelerde çok sarf olunur, nerelerde çok basılır ise oralarda mensup kavmin, halkın eğitim derecesi de o nispette çok olur,” dedikten sonra Almanya’nın 1910 senesinde dünyanın her tarafına ihraç ettiği kitapların değeri elli bir milyon altın marka ulaştığını hatta istatistik harcı olarak yüz yirmi altın mark alınmış olduğunu haber veriyor.

Ne dersiniz, gıptadan gözlerimi makaleden ayıramaz oldum. Okudukça okumak istedim, inanılmayacak şeyler gördüm. Mesela Almanya’da senelik ortalama olarak otuz bin çeşitli konu üzerine kitap telif olunduğunu, gün başına yüz kitap yazıldığını, bunlardan başka haftalık, on beş günlük, aylık on üç bin dergi; günlük olarak sekiz bin gazete, yalnız bin çeşitten fazla salname ve takvim çıktığını da sayıp döktükten sonra bu ihracattan bize isabet eden hissenin -yüzde seksenini yine Almanlar aldıkları halde- otuz bin marklık olduğunu bildiriyor!

Dahası var… Biter şey değil ki… Ben baş ağrıtmamak için özet ediyorum. Bu sebeple sözün en kısasını söyleyip kendi düşüncelerime girişmek isterim: Bu en kısa söz, yukarıda zikredilen yılda Almanya’da yedi bin beş yüz kitapçı bulunduğudur.

Almanya, Umumi Harp’te kaybetmekle beraber, elbette bu milli serveti kaybetmemiştir.

Bize gelince: Artan, gücü artar eksilmez olan böyle bir servetten de mahrumuz. Evvelce kaç kitapçımız vardı? Şimdi kaç kitapçımız var?

“Kitapçılığımız nasıl?” diye sordunuz mu? Yüksekten uçar gibi bir cevap, “Buhran içinde!” Hangi buhran? Buhranlar, büyük varlıklara arız olan baş dönmeleridir. Senede yayımlanan kitapların adedi iki yüzü bulur bulmaz bir halde iken bunda buhran aramak abestir. Ağyar duymasın, adama gülerler.

Memleket hemen hemen yeni ciddi eserlerden mahrum. Martta, mayısta tek tük yayımlananlara da rağbet yok.

“Niçin böyle oluyor?” dediniz mi, “Kağıt, mürekkep, dizgi, baskı pek pahalıya mal oluyor. Alıcı bulunmuyor,” zemininde bir sürü laf.

“Ciddi bir eser yazıp, yayımlamak için girişimde bulundunuz mu?”

“Mümkün değil… On beş yirmi bin lira ister. Bu zamanda bu kadar parayı, satılıp satılmayacağı belli olmayan bir iş için hangi budala tehlikeye koyar,” deniyor. Düşünülecek olursa pek doğru bir hesap. Bir kağıt liranın, altın lira kadar hükmettiği şu zamanda on beş, yirmi bin lirayı tehlikeye koymak, göze aldırılacak cüretlerden değildir.

Şu halde ne yapacağız? Şimdiki atalet ve tembellikten nasıl kurtulacağız? Yine hükûmete mi müracaat edeceğiz? Mecburi, çaresizce bir girişim… Çünkü memlekette kağıt, mürekkep ucuzlamadıkça kitap yayımlamanın ucuzlamak ihtimali yoktur. Hükûmet nasıl münasip görür ise öylece kontrol etsin, bu temel ihtiyaç üzerine yüklenen ağırlığı kaldırmaya yardım eylesin- diye rica edelim. Yoksa bizde maarif yayıncılığı davası mümkün olamaz.

Ciddi eser basımını kayıt ve şarta bağlayan engeller kalkmadıkça bizim başlamak istediğimiz Garp’a doğru hareketlerimizde ellerimiz, ayaklarımız bağlı kalacaktır. Bundan dolayı bu hareketlerde bize önder olmak kuvvet ve kudretine sahip olan cumhuriyet hükûmetimizin büyük yardımlarına gereği gibi ihtiyaç vardır. Maarif Vekâlet’inin kitap basma ve yayımlama için ayırdığı söylenen elli bin lira, devede kulak bir meblağ hükmündedir.

Dikkate değerdir ki bizde okumak, yazmak hevesleri gelip geçici heveslerimiz arasında bulunuyor. Halkta bu hevesi büyük derecelere çıkarmak, bağlı olduğumuz inkılaplarımızın birincisi arasında bulunmalıdır.

Gazetelerin istihlâk vergisini vesile kabul ederek üç kuruştan beşe fırlamaları -görseniz- ne elim tesirler uyandırdı! Doğal olarak bu fiyat artışında kitaplar da hisse sahibi olarak dört buçuk kitapçıdan ibaret olan Bâb-ı Âlî Caddesi’ne derin bir hareketsizlik ve sessizlik çöktü.

Doğrusu, bu hâl bana, kırk bir kırk iki senedir ömrünü, varını, kazandığımız bu yolda kazanmış, kaybetmiş olan bu matbuat emektarına dokundu.

Çünkü bir kitapçı dükkânına girmek, okumak ihtiyacını tatmin etmek demektir. Bu ihtiyacın tatmini ise asrın en büyük, en insani azimlerinden birini temsil eder. Böyle bir azim sahibinin eli boş döndüğünü görmek insanı ne kadar üzüyor! Validemin mektepten diploma alarak çıktığıma ödül olarak ihsan etmiş olduğu altın saati satarak bence elzem olan kitapları aldığım zaman ta Beyoğlu’ndan Şehzadebaşı’na kadar iki elimde ağır koca birer paket, sevine sevine yürüdüğümü, eve gelir gelmez odama kapanarak akşam yemeğine çağırdıklarında, “Şimdi yemeyeceğim bana bir parça bir şey ayırın!” diye haykırdığımı hatırladım, o ne lezzet, o ne vicdan saflığıydı? Bunların yanında yemek lafı mı olur?

Amcam merhum Ragıp Bey’in yardımıyla Grand Ansiklopedi’ye[2] abone olmak için Tünel’in başındaki Hristiyan Arnavut kitapçıya ilk taksiti götürdüğüm gün sevincimden Tünel’e binmeyi unutmμştum. Dik Yüksekkaldırım’ı, o sidikli Kuledibi’ni koşar gibi çıkmıştım. Ben bu acelelikteyken biri kolumdan tutsaydı, belki boğazına sarılırdım; kim bilir, kitapçı, “Abonman kapandı!” demiş olsaydı, ne hallere girerdim!

Hemen Cenab-ı Allâm, kimseyi okumak azmi huzurunda meyus etmesin!

Böyle necip, nezih azimlerde bulunan memleketlerde de hâl aynı biçim üzeredir.

Bu tür üzüntülere, duygulanmalara, her biri ayrı ayrı irfan sahibi olan yüce meclis ve muhterem Vekil Heyeti şerefli üyelerinin bigâne kalmamış olduklarını takdir ederim.

“Bilen kimdir?”

“Kendi başına gelen!”

Artık fazla tasdike hacet kalmaz.

Hâkimiyet-i Milliye, nr. 1746,6 Zilkade 1344/17 Mayıs 1926


[1] Alman Krupp şirketi ve Deutsche Bank tarafından finanse edilen ve 1908-1918 yılları arasında İstanbu’da Türkçe ve Almanca yayımlanan gazetenin iki sayfasında Fransızca makaleler de yer almaktaydı.

[2] Camille Dreyfus tarafından 1886’da başlatılan La Grande Encyclopédie projesi, Diderot’nun Ansiklopedi’sinin güncel bir örneği olarak düşünülmüş ve dönemin bilimsel gelişmelerinin halkta karşılık bulmasını sağlamıştır. Otuz bir ciltlik ansiklopedi, 1902’de tamamlanmış ve dönemin temel başvuru kaynağı olmuştur.

tr_TRTurkish