Türk Resim Sanatında Gemi İşlemelerinden Örnekler
Deniz ve gemiler resim sanatında, Antik Çağdan bu yana her zaman işlenmiş ve kimi dönemlerde özellikle öne çıkmış bir konudur. Günümüzde bu alanda eser verenlerden kimileri “deniz ressamı”, “bahriye ressamı” unvanını ya kendiliğinden, resim severlerin sanatseverlerin ilgisiyle ya da kimi ülkelerde doğrudan kurumsal çerçevede düzenlenmiş bir süreç uyarınca, jüriler kararıyla alır ve o takdirde bazı ayrıcalıklardan yararlanır. Bu konunun geçen yüzyıl Türk resim sanatından birkaç güzel örneğini Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi biraraya getiriyor.

(Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu)
Sağdaki geminin gölgesi ve Haydarpaşa Limanı’nın coğrafi konumu düşünüldüğünde bu güzel resmin, aydınlık bir günün sabahında limanın biri kıyıya hafifçe çapraz, diğeri kıyıya koşut iki rıhtımında bağlı gemileri betimlediği anlaşılıyor. Gemilerden soldakinin 1944-1946 yılları arasında ABD’de çok sayıda inşa edilen Victory sınıfı gemilerden biri olduğu görülüyor. Sağdakiyse ilk örnekleri 1920’lere kadar giden, ancak bacası ve baş biçimiyle 1950’lerde inşa edilmeye başlanmış olanların tarzında, çift kasaralı (vasat ve kıç) şileplerden biri. Her iki geminin de baca fistanı üzerindeki arma ve renkler bunların yabancı bayraklı gemiler olduğu izlenimini veriyor. Victory sınıfı gemilerden Türk ticaret bahriyesinde dört tane vardı. Bunlardan S/S Aydın, 1958 yılı Şubat’ında Antwerpen Limanı’ndan çıkışında, Charles Tellier adlı yolcu gemisinin çarpması sonucunda Schelde Irmağı’nda batmıştı. Bu kazayı ve geminin batışını Oktay Sönmez, geminin kurtulan zabitanının ağzından pek dokunaklı biçimde aktarır[1].
* * *
Türk resim sanatına öncülük eden asker ressamlardan Halil Paşa’nın bu eserinde çarpıcı bir sadelik ve fevkalade arı çizgilerden oluşan koşutluklar göze çarpıyor. Son derecede duru bir resim. Arka plandaki ada izlenimi veren siluetler, demirdeki teknelerin, sanki Moda veya Caddebostan kıyılarında resmedilmiş olduğunu düşündürüyor. Sağ arkadaki yelkenleri inik ketch armalı gemi, arka direğine toka edilmiş bayrağa bakarak, motor seyriyle uzaklaşır gibi. Gökyüzü bulutlu olsa da ışıklı bir öğle sonrası; deniz sakin, rüzgâr yok, dolayısıyla martılar da suda, ya da belki kıyıda kayaların üstünde hareketsiz, sessiz. Huzur, sükûnet… Ama o sırada Boğaziçi’nde mutlaka bir dizi karabatak, suları neredeyse yalayarak ya kuzeye ya da güneye doğru hızla ve telaşla koşmaktadır. A. von Humboldt Boğaziçi’ni de görseydi eğer, oturur sabırla izler, geçiş zamanlarını ve yönlerini, kabaca sayılarını, uçuş hızlarını not eder ve kim bilir ne şiirli bilgiler derlerdi.
* * *

(Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu)
Manzara ve kent görünümü konulu tabloları dışında eserlerinde egemen konu, gerek ticaret gerekse savaş bahriyesi gemileri ve limanlar olmakla, Türkiye’nin gerçek deniz ressamı sayılabilecek Diyarbakırlı Tahsin’in bir eseri. Bu resimde, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ya da hemen öncesinde, resmin iki kenarında arka planda silik biçimde görülen kubbe ve minarelere bakılırsa muhtemelen Eminönü-Sirkeci önlerinde, belki kıçtan kara yapmış, boşaltma-yükleme sırasında, dönemin büyükçe buharlı, balta başlı bir yük gemisi resmedilmiş. Renklerden geminin gün batımına yaklaşılan saatlerde görüldüğü izlenimi ediniliyor. İskele başomuzluğu önünde (belki de aborda olmuş) buharlı çekicinin yoğun kara dumanı ile sancak tarafındaki iki bacalı geminin dumanı, kabul etmek gerekir ki pek hoş lekeler oluşturmuyor. Resim sanki bir kazaya uğramış gibi. Şilebin gene iskele tarafına aborda etmiş ya da etmek üzere bir mavna ile biri henüz daha uzakta iki yelkenli tekne görülüyor. Doğrudan rıhtıma indirilemeyen yükler bu gemilerle ya rıhtıma ya da Marmara’nın, Karadeniz’in yakın limanlarına ulaştırılacak.
* * *

(Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu)
Bu resmin adı Anadolu Hisarı yerine, “Göksu’nun Ağzında Kayıklar ve Çektirmeler” de olabilirdi.
Hikmet Onat bir deniz ressamı sayılmaz ama bir İstanbul ressamı olarak, tuallerinin çoğunluğunda bir deniz kıyısı, Boğaz’dan bir yer, bir çektirme, bir kayık, bir şehir hattı vapuru mutlaka vardır. Bazen sadece onlar vardır. Vapurlar, mavnalar, çekiciler vd. ile çok uğraşan Ara Güler sanki Hikmet Onat’ı fotoğraflarıyla (siyah ve beyazla) izler gibidir. Onat’ın resimlerinde farklı okulların etkileri görülür. İzlenimci sayılmakla birlikte, bazı resimlerinde fauvisme’in etkilerini –parıltılı saf renkler, kalın fırça darbeleri; belki biraz daha ılımlı bir fauvisme– gördüğümü sanıyorum. Böyle boyalı resimler bana neşeli ve canlı gelir.
Resimde ön planda solda, oturağının arkalığına bakılırsa o civarın sakinlerinden birinin, herhalde bir süre kullanılmayacağı ya da onarılacağı için karaya çekilip kalastıra ve takozlarla sabitlenmiş gezinti sandalı görülüyor. Hemen arkasında kızağa çekili bir başka kayığın küpeşte tirizi belli belirsiz seçiliyor. Derenin ağzında, direğinden ve cıvadrasından bir yelkenli olduğu anlaşılan beyaz bordalı bir teknenin sadece başı görünüyor. Hisar’ın önündeki sarıya boyalı yalının rıhtımına bağlı iki kayık daha var. Bu “Yalıların gezen birer parçası, birer yavrusu gibi kayıklar”, sanki önceki akşam, Abdülhak Şinasi Hisar’ın betimlediği Boğaziçi’nde mehtap âlemlerinin birinden dönmüş gibidir. Nihayet rengârenk bordalı iki muhteşem çektirme. Sadece arka yarısı görünenin kıç üstünde bir gemici, belki de reis, dümen yekesine kolunu dayamış gibi. Bir yanda keyif, gezinti, Boğaziçi’nde âlem, bir yanda Marmara ve Karadeniz’de zorlu çabanın, denizle mücadelenin araçları Göksu’nun Boğaz’a döküldüğü mevkide birarada.
Günümüzde, Göksu Deresi’nin ağzında, ahşap yalıların önünde bu kayıklar, kızaklar, ahşap çektirmeler yok. Suda menevişler de görünmüyor. Resimdekiler olmasa da güzelce yenilenmiş (ya da yeniden yapılmış) bir iki ahşap –ya da ahşap kaplamalı/görünümlü– yapı gerçi duruyor. Ama, Rumeli Hisarı’nın güneybatı burcundan bakıldığında Göksu’nun iki kıyısına bağlı, birbiri üzerine aborda etmiş, modern teknelerde ne bu renkler ne bu zarafet ve ne de dere ağzında bu ferahlık ve şenlik var. Ahşap yerine kompozit, alüminyum, belki çelik egemen. Bir de bağlı teknelerin yoğunluğu neredeyse dereyi görünmez kılıyor; işte ancak Boğaz’a açılacak, ya da bağlanmaya gelen bir teknenin geçebileceği genişlikte bir su yolu kalmış.
* * *
Bu kez Üsküdar’dayız, demek ki pembe boyalı kunt iki “Reji Binası” henüz yıkılmamış. Ama eser 1962’de boyandığına göre, ressam son yıllarına rastlamış. Resimde bunlardan sadece biri, öndeki görülüyor. Balaban İskelesi, Üsküdar arabalı vapur iskelesinin güneyine, Şemsi Paşa Camii külliyesininse biraz kuzeyindeydi. “İskele” olduğu dönemde birçok malın karayolu- denizyolu bağlantısını sağlayan önemli bir iktisadi işleve sahipti. Karada at arabaları ve sonraları kamyonlar, denizde çektirmeler ve pazarcı kayıkları burada yüklenir ve boşaltılırdı.
Bu resimde de gene ön planda ahşap kızaklar üzerine çekili kayıklar görüyoruz. Bir de denize çakılı birkaç kazık üzerine eğreti sayılabilecek biçimde yerleştirilmiş tek bir kalastan oluşan iskeleler var. Birinin bir ucu denizde, gerektiğinde kaldırılıp çektirmenin pruva küpeştesine oturtulacak. Mahir hamallar, sırtlarında çuvallarla bunların üzerinden geçerek çektirmeleri yükleyecek ya da boşaltacaklar.
* * *

(Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu)
Arka planda hayli dik aklanlı dağlar bu resmin Marmara kıyılarından çok Karadeniz kıyılarında işlendiği izlemini yaratıyor. Öndeki gemini sudaki yansıması etkileyici. Buna karşılık cıvadraya bağlanmış filika hayli aykırı görünüyor. Kıçtan kara etmiş bir gemide filika genelde güvertede ya da sudaysa bordalamış olması beklenir. Ama ressamın bunu görmeden resmetmesi de çok uzak olasılık. Kıyıdaki teknelerin arkasında yelken açıp yola çıkmış bir başka çektirme daha görünüyor. Selâmetle!
Ömer Bozkurt
[1] Anılarda Gemiler Ufkun Ötesinde Kayboldular, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2001. s. 163-171.