Karanlığın içinden. Gururlu bir yarasa gibi.
İnsanoğlu, işine geldiği zaman her şeye bir anlam bulabiliyor. Peki bu “işine geldiği zaman” tam olarak ne demek acaba? Popüler kültürde, eğer sizin için bir getirisi olduğuna inanıyorsanız elinizdeki her şeyi o getiri için kullanmaktan çekinmiyorsunuz. Bu sefer anlatacağım mekân da tam da böyle bir yer.
Ülkemiz Romanya. Kentimiz Braşov. Kasabamız Bran. Mekân Drakula’nın şatosu diye pazarlanan Bran kalesi.
Drakula namlı Transilvanya voyvodası Vlad Tepeş’i kısaca bir hatırlayalım önce. Babasının adı da Vlad. Babası kendisi ve sonradan “Güzel Radu” olarak anılacak kardeşini Edirne sarayına esir olarak gönderiyor. Fatih’le birlikte büyüyor. Daha sonra Arnavutluk’ta isyanın ateşini yakacak Skenderbeg ile de birlikte. Sonra bir şekilde Eflak tahtına geçiyor ve sonrası intikam. Daha da sonrası Bram Stoker namlı romancının tabiriyle Drakula.
Sabah. Soğuk. Sisler içinde, Transilvanya’nın sık ormanlarıyla sarmaş dolaş, sanki üzerinde yüzyıllar birikmemiş de bir masaldan uyanmış gibi duruyor karşımda kale. Her taş, her kemer, her sokak başka bir şey fısıldıyor kulağıma. Zemin ve saha bir vampirle karşılaşmaya çok uygun aslında. Önce bir mamaliga yiyeceğim. Niyetim bu. Biraz anneannemin yaptığı kaçamağa benzetiyorum tadını. Sonrasında isteyen vampir gelip kanımı emebilir. “Dikkatli olmalısınız” derler Bran’da, “kalenin ruhu var.” Taşın ve toprağın ruhuna inanan bana boş hikâye.
Yemek faslından sonra birkaç adım ileriye yürüyorum. Sisler içindeki kale, tepenin eteklerinden öylece karşınıza çıktığında gerçeğe değil, hayallere inanmak istiyorsunuz. Hayalleri gerçek sanan bana boş hikâye. Kalenin eteklerinde uyanan evlerin bacalarından yükselen duman, birden ortaya çıkan bir kuzgun, soğuğun acısı, hepsi tamam da kale bahçesine giden yoldaki magnet satıcıları, Drakula şapkaları, bozuk peynirler iyiden iyiye bozuyor ortamı. Bir türlü içeri giremiyorum. İçeri dediysem âna yani.
“Közde mısır tatmak ister misiniz?”
“Teşekkür ederim, bir vampirle karşılaşmayı isterim.”
“Burada yok şu anda. Önceden varmış. Vlad Tepeş. Tanışmak ister misiniz gerçekten?”
Gülüşmeler.
Gerçekten burada yaşadığına inansam, her şey tamamlanacak sanki. On dördüncü yüzyılın bu sınır beklemek için yapılmış kalesinde kalmıştır belki Vlad. Osmanlı akınlarına karşı nöbet tutarken belki geceleri ay ışığında kontların ve konteslerin gölgelerini ağırlamıştır. Kazıklı Voyvoda. Can kardeşim.
İşte burada ilk paragrafa geri dönelim. Tarih, Vlad’ın burada yaşadığını yazmaz. O Targovişte ve Bükreş civarında yaşamış. Ama Braşov’a sefer yaptığı biliniyor. Muhtemelen Bran’dan geçmiş ve belki de burada kalmıştır.
“Drakula magneti almaz mısınız?”
“Teşekkür ederim. Buzdolabında hiç yer kalmadı. Hem bir vampirin magneti bile uğursuzluk getirir eve.”
Gülüşmeler.
Bram Stoker, Drakula romanını yazarken bu kaleyi hiç görmemiş. Sadece böyle bir kale tasviri yapmış. İşte size “işe gelen bir zaman.” Modern zamanlarda bakılmış ki tasvire en uygun kale burası. Hop, Vlad da burada. Turizmin hizmetinde. Aslında adı Bram olan birisi, kendi adına çok benzeyen bir kaleyi seçmiş desek çok daha artistik olur ama böyle bir bilgi yok ne yazık ki. Kim bilir, belki de yetkililer, en büyük takıntısı “ölümsüzlük” ve “ölümsüz aşk” olan bir yazar için burada bir oyun alanı yaratmış ve bu oyunun başrolünü ülkenin ulusal kahramanlarından birine vermiştir. Buradan da çok güzel bir hikâye çıkar.
Çok gömdüm ama kale etkileyici bir yapı aslında. Taş bir köprüden bir avluya giriyorsunuz ve bir kuyu çıkıyor karşınıza. Efsaneler anlatılıyor hemen; altında bir geçit varmış kuyunun, kuşatma zamanlarında dışarıyla buradan iletişime geçilirmiş.
Kalenin içi daracık odalar, labirent gibi koridorlarla bağlanan. Bir de gizli geçit, odalardan birinden diğerine hızlıca geçen. Bu darlıkta yürümekten çok Drakula gibi süzülerek ilerlemek daha iyi. Büyük salonda ağır meşe masalar, duvarlarda asılı av hayvanı boynuzları. İnsan ne gereksiz bir avcı gerçekten.
İşin komiği, bu kaleyi 1920’lerin başında Kraliçe Marie’ye hediye etmişler. Çok sevmiş ve yazlık saray olarak kullanmaya başlamış. Mekânı değiştirmiş; çiçekli çarşaflar, simli yatak örtüleri, pencerelerin önünde minderli oturma grupları. Hop. Bu kadar. Marie’yi kimse bilmiyor ama Vlad’ı herkes tanıyor. Bu kadar romantiklik yeter demişler. Kale, asıl amacına hizmet etmeli. Zindana iniyorsunuz, bingo, korku her yerde. Öyle ki bazen sırf bunun için mumla gezdiriyorlar zindanı size.
Kale sırlarını öyle hemen açmıyor. Açılan, sadece herkesin görmesini istediği kadar.
“Rumen yününden yapılan bu başlık çok yakışır size.”
“Teşekkür ederim. Bir başım kalırsa çıkışta, muhakkak bakacağım.”
Gülüşmeler.
Selahattin Yolgiden