Fernando Pessoa’nın 1935’teki ölümünden sonra sandığından çıkan binlerce sayfalık şiir, yazı, belge arasından çıkan, Pessoa’nın alt kimliklerinden Bernardo Soares imzalı Huzursuzluğun Kitabı, yazılması yirmi yıl süren tamamlanmamış bir başyapıt olarak değerlendirilir. Tarih, felsefe, ruhbilim, sanat ve edebiyata fazlasıyla hâkim “kurmaca” bir yazarın, tüm gerçekliği yok sayarak hayaller üzerine inşa ettiği bir dünyanın fragmanlara bölünmüş gündökümüdür kitap.
Yakında en güncel edisyondan ve Portekizce aslından Bengi De Sa Matos Paixao’nun çevirisiyle, Kırmızı Kedi etiketiyle yayımlanacak Huzursuzluğun Kitabı’ndan tadımlık bir metni okurlarımıza sunuyoruz.
Sessizliğin Meryem’i
Bazen, cesaretim kırılmış ve depresif hissettiğimde, hayal kurma yeteneğim bile yapraklarını döküp kurur ve sahip olabileceğim tek hayal türü, hayallerim üzerinde derin derin düşünmek haline gelir; bu yüzden, aynı kelimelerle karşılaşsak da çevirmeye devam ettiğimiz bir kitap gibi onların sayfalarını çeviririm. Ve sonra kendime kim olduğunu sorarım, sen, bilinmeyen manzaralara, eski iç dünyalara ve gösterişli sessizlik törenlerine dair tüm durgun vizyonlarımdan geçen bu figür. Bütün hayallerimde bir hayal formunda görünür ya da sahte bir gerçeklik gibi bana eşlik edersin. Seninle, belki de hayallerinde yaşayan bölgeleri, yokluk ve insanlık dışı bedenlerinin bir parçası olan toprakları, gizli bir sarayın bahçesinde barışçıl bir ova ve çıplak bir tepeye dönüşen öz bedenini ziyaret etmişliğim var. Belki de senden başka hayalim yok. Belki de yüzümü sana doğru çevirsem, gözlerinde bu imkânsız manzaraları, bu gerçek dışı sıkıntıları, yorgunluğumun gölgelerinde ve huzursuzluğumun mağaralarında yaşayan bu duyguları bulacağım. Belki de hayallerimdeki manzaralar, senin hayalini kurma biçimimdir. Kim olduğunu bilmiyorum ama ben kim olduğumu kesin olarak biliyor muyum ki? Gerçekten hayal kurmanın ne demek olduğunu biliyor muyum ki sana hayalim diyebileyim? Benim belki de gerçek ve en önemli parçam olup olmadığını nereden bileceğim? Ve hayal olanın ben, gerçek olanın ise sen olmadığı ne malum? Sen mi benim hayalimsin yoksa ben mi senin?
Nasıl bir hayatın var? Seni hangi bakış açısıyla görüyorum? Senin görünüşün mü? Asla aynı değil ama asla değişmiyor. Ve bunu, bildiğimi bilmeden söylüyorum. Bedenin mi? İster çıplak, ister giyinik olsun hep aynı, otururken de, ayaktayken de, yatarken de aynı pozisyonda. Hiçbir şey ifade etmeyen bu anlamsızlıkların anlamı nedir?
* * *
Hayatım çok hüzünlü ve bunun için ağlamayı bile düşünmüyorum; günlerim çok sahte oldukları halde onları değiştirmeyi hayal bile etmiyorum.
Seni nasıl hayal etmem? Geçen Saatlerin Hanımı, durgun suların ve ölü deniz yosunlarının Meryem’i, uçsuz bucaksız çöllerin ve çorak kayalıkların kapkara manzaralarının Vesayet Tanrıçası – kurtar beni gençliğimden.
Üzüntülerin tesellisi, ağlamayanların Gözyaşları, çalmayan Saat, beni sevinçten ve mutluluktan esirge.
Tüm sessizliklerin afyonu, hiç çalınmamış Lir, Uzaklığın ve sürgünün işlendiği Vitray Pencere – beni erkeklerin nefret ettiği ve kadınların hor gördüğü biri kıl.
Ölümün Büyük Çanı, dokunmayan Okşayış, gölgede ölü yatan Güvercin, hayallerle geçen saatlerin Yağı – beni dinden kurtar çünkü o tatlıdır ve inançsızlıktan da koru çünkü o güçlüdür.
Gün sona ererken solan Zambak, solmuş güllerle dolu bir Hatıra Kutusu, dualar arasındaki Sessizlik – beni hayatta olduğum için tiksintiyle, sağlıklı olduğum için öfkeyle doldur ve gençliğimi küçümset.
Beni işe yaramaz ve kısır kıl, ey puslu hayallerin sığınağı; beni sebepsiz yere saf ve kayıtsızca sahte kıl, ey Hüzünlerin Akan Suyu; ağzım donmuş bir manzara, gözlerim iki ölü gölet olsun ve hareketlerim yıpranmış ağaçların yavaş yavaş kuruyup dökülen yaprakları, ey Huzursuzluğun İlahisi, ey Yorgunluğun Asil Karmaşıklığı, ey Taç, ey Kutsal Sıvı, ey Göğe Yükseliş!
Ne yazık ki sana bir kadınmışsın gibi dua etmeliyim çünkü seni bir erkeği sever gibi sevemem, cennete hiç girmemiş meleklerin gerçek dışı cinsiyetinin Ters Şafağı olarak resmettiğim hayallerimden gözlerimi kaldırıp sana bakamam!
* * *
Sana duamda sevgimi sunuyorum çünkü sevgimin kendisi bir duadır; ama seni sevgilim olarak ya da önümde duran bir azize olarak hayal edemem.
Eylemlerin, vazgeçişin heykeli, hareketlerin, kayıtsızlığın kaidesi ve sözlerin, inkârın vitraylı pencereleri olsun.
* * *
Hiçliğin görkemi, uçurumdan gelen isim, Öteden gelen huzur…
Tanrılardan önce, tanrıların babalarından önce ve tanrıların babalarının babalarından önce var olan, tüm dünyaların, tüm ruhların kısır Bakiresi…
Tüm günleri ve tüm varlıkları sana bahşediyoruz; yıldızlar tapınağındaki adak sunularıdır ve tanrıların yorgunluğu, nasıl olduğunu bilmeden yaptığı yuvasına dönen kuş gibi senin göğsüne sığınır.
Acının doruğundan günün ağardığını görelim! Ve eğer gün ağarmazsa, o gün yine de keşif günü olsun!
Parla, güneşin yokluğu! Parla, solan ay!
Yalnız sen mağaraları aydınlatırsın parlamayan güneş çünkü mağaralar senin kızlarındır. Sadece sen, kayıp ay, oyuklara (…) yansıtırsın çünkü oyuklar…
* * *
Cinsiyetin, hayal edilmiş biçimlerin cinsiyeti, figürlerin kısır cinsiyeti. Şimdi belirsiz bir görüntü, şimdi sadece bir duruş; bazen de sadece durgun bir hareket – ruhsallaşarak benim olan anlardan ve duruşlardan yaratılmışsın sen.
Seni rüyamda görmek, senin cinsiyetinle, ruhani cübbenin altında yatan şeyle büyülendiğim anlamına gelmiyor, ey içsel sessizliklerin Meryem’i. Göğüslerin, öpülmesi düşünülebilecek türden değil. Bedenin ruhu olan bir ettir ama yine de bedendir, ruh değildir. Bedeninin özü manevi değildir, maneviyatın ta kendisidir. Sen sonbahardan önceki kadınsın, cennetteki o çamurdan yapılmış bir heykelsin.
Cinsel organlarla donanmış gerçek kadınlardan duyduğum korkudur beni sana getiren. Var olmak için bir erkeğin değişen ağırlığına katlanmak zorunda kalan yeryüzü kadınlarını nasıl sevebiliriz? Hareket halindeki bedenlerin cinsiyetlerinin verdiği çılgın hazzı gören insanın sevgisi nasıl sönmez? Onun çiftleşen bir varlık olduğu düşüncesinin saldırısına uğramadan kim, nasıl saygı duyabilir karısına? Bizim de bu kadar bayağı ve iğrenç bir şekilde doğduğumuzu, bunları yapmış bir anneye sahip olduğumuzu düşünmenin önüne nasıl geçebiliriz ki? Ruhumuzun bedensel kökenini, bedenimizi dünyaya getiren o heyecanlı, bedensel kökeni düşündüğümüzde kendimizi nasıl küçümsemeyiz? Ve bu ten ne kadar güzel olursa olsun, kökeni nedeniyle çirkin, doğum şekli nedeniyle iğrençtir.
Gerçek hayatı aptalca idealize edenler, şiirlerini Kadına adar ve Anne fikrinin karşısında diz çökerler… İdealizmlerini yaratan bir hayal değil, kılık değiştirmiş bir pelerindir.
Bir tek sen safsın Hayallerin Hanımefendisi, lekesiz bir âşık olarak düşünebilirim seni çünkü gerçek değilsin. Seni bir anne olarak algılayabilir ve sana tapabilirim çünkü asla döllenme ya da doğurma iğrençliğiyle lekelenmedin.
Tapılmaya değer bir sen varsan, sana nasıl tapmam? Sevilmeye değer bir sen varsan, seni nasıl sevmem?
Belki seni düşleyerek başka bir hakikatte gerçek kılıyorum seni; belki de orada benimsin, somut bedenler olmadan, başka bir tür kucaklama ve diğer ideal sahip olma biçimleriyle birbirimizi sevdiğimiz farklı, saf bir dünyada. Belki seni ben yaratmadım; belki de zaten vardın ve ben seni başka bir mükemmel dünyada –saf ve içsel– farklı bir vizyonla gördüm. Belki de seni hayal etmem sadece seni bulmam anlamına geliyordu ve seni sevmem yalnızca seni düşündüğüm içindi. Belki de bedeni hor görmem ve aşktan nefret etmem, var olup olmadığını bilmeden seni beklememe neden olan o belirsiz özlemdi; belki de seni tanımadığım halde seni sevdiğimden emin olduğum o belirsiz umudumdu.
Hatta seni başka belirsiz bir yerde sevmiş olabilirim ve bu aşka duyduğum özlem, şimdiki hayatımdaki her şeyi sıkıcı hale getiriyor olabilir. Belki de sen sadece benim bir şeye özlemimsin, bir yokluğun, bir Mesafenin varlığının, kadın olmakla ilgisi olmayan nedenlerle kadın olmanın vücut bulmuş halisin.
Seni hem bakire hem de anne olarak düşünebilirim çünkü sen bu dünyadan değilsin. Kucağında tuttuğun çocuk hiçbir zaman onu rahminde taşıyarak kirletebileceğin kadar küçük olmadı. Sen hep şimdi olduğun gibiydin, o halde neden bakire olmayasın? Seni hem sevebilirim hem de sana tapabilirim çünkü aşkım sana sahip olmaya çalışmaz ve hayranlığım seni uzaklaştırmaz.
Ebedi Gün ol ve günbatımlarım senin varlığınla donatılmış güneş ışınlarından oluşsun.
Görünmez Alacakaranlık ol ve özlemlerim, huzursuzluğum kararsızlığının renkleri, belirsizliğinin gölgeleri olsun.
Mutlak Gece ol içinde kendimi tamamen kaybettiğim ve unuttuğum, uzaklığın ve olumsuzluğun bedeninde yıldızlar gibi parıldayan hayallerimin olduğu Yegâne Gece…
Kaftanının kıvrımları, tacının mücevherleri ve parmaklarındaki yüzüklerdeki yıldızlı altın olayım.
Ocağında kül olabilir miyim – ne olmuş ben sadece tozsam? Odanda bir pencere olsam – peki sadece bir boşluksam ne olmuş? Su saatinde bir saat isem ne olmuş – sana ait olduğum için kalacağımı bilerek geçersem, senin olduğum için yaşayacağımı bilerek ölürsem, seni kaybetmenin seni bulmak olduğunu bilerek kaybedersem?
Saçmalıkların efendisi, Saçma sözlere kendini adamış olan, sessizliğin beni uyutsun ve uyuştursun. Saf varlığın beni okşasın, yatıştırsın ve rahatlatsın, ey Öteden gelen Hanımefendi, ey Yokluğun İmparatoriçesi, tüm sessizliklerin Bakire Annesi, üşüyen ruhların Ocağı, kimsesizlerin Koruyucu Meleği, hüzünlü, ölümsüz Mükemmelliğin gerçekdışı insan Manzarası.
* * *
Sen kadın değilsin. İçimin derinliklerinde bile bana kadınsı gelen hiçbir şey çağrıştırmıyorsun. Sadece senden bahsettiğimde kelimeler seni kadın olarak belirtiyor ve ifadeler bir kadının profilini çiziyor. Çünkü senden hülyalı bir şefkatle bahsetmeden edemiyorum ve kelimelerin sesi ancak sana bir kadın olarak hitap ettikleri zaman bu şekilde çıkıyor.
Ama sen, belirsiz özünde bir hiçsin. Hiçbir gerçekliğin yok, hatta sadece sana ait bir gerçekliğin bile yok. Açıkçası seni görmüyorum ve hatta hissetmiyorum da. Nesnesi kendi benliği olan, kendi varlığının kalbinde yer alan bir duygu gibisin. Sen görür gibi olduğum manzarasın, tam görecekken kaybolan, yolun dönemecinin ötesindeki sonsuz bir Şimdi’de kaybolan bir kaftanın eteği. Profilin senin yokluğundur aslında ve gerçek olmayan bedeninin hatları, bizzat hat olma imgesinin kolyesinin incilerini döker tek tek. Sen çoktan geçtin, çoktan var oldun ve ben seni çoktan sevdim – varlığını hissetmek, bunların hepsini hissetmek demek.
Düşüncelerimdeki ve duygularımdaki boşlukları işgal ediyorsun, işte bu yüzden seni ne düşünüyorum ne de hissediyorum. Ama düşüncelerim seni hissetmekle tonozlu ve duygularım senin yüce adını çağrıştıran gotik şeyler.
Kusurluluğumun öz farkındalığının karanlık, belirgin şekilde puslu manzarasının üzerindeki kayıp anıların ayı sensin. Varlığım seni belli belirsiz hissediyor, tıpkı belindeki bir kemerin seni hissedeceği gibi. Huzursuzluğumun gece sularında çırpınan beyaz yüzünün üzerine eğiliyorum ama buna neden olan gökyüzümdeki ay mı yoksa bir şekilde onu taklit eden garip bir su altı ayı mı asla bilemeyeceğim.
Keşke seni görebileceğim Yeni Gözler, seni düşünmemi ve hissetmemi sağlayacak Yeni Düşünceler ve Duygular yaratabilseydim!
Kaftanına dokunmaya çalıştığımda, ellerimi uzatmak için harcadığım çabadan ifadelerim yoruluyor ve katı, acı verici bir yorgunluk üşütüyor kelimelerimi. Ve böylece, bir kuşun uçuşu, senin hakkında söylemek istediklerimin etrafında dönüyor, yaklaşıyor gibi görünüyor ama asla gelmiyor çünkü sözlerimin özü, ayak seslerinin yumuşak gümbürtüsünün özünü ya da bakışlarının yavaş akışını veya hiç yapmadığın hareketlerin izini süren hüzünlü, boş rengi taklit edemez.
* * *
Ve uzaktaki bir varlıkla konuştuğum doğruysa ve eğer bugün olasılıklar bulutu olan sen, yarın gerçekliğin yağmuru olarak yeryüzüne düşersen, ilahi kökeninin benim hayalimde doğmuş olmandan ileri geldiğini asla unutma. Gerçek hayatta ne olursan ol, asla bir sevgilinin sığınağı olma, bir yalnızın hayali ol. Kutsal Kâse olarak kal. İşe yaramaz bir amfora olarak gizemini koru. Kimse senin hakkında, nehrin kendi kıyıları için söylediğini söyleyemesin: Sadece onu sınırlamak için var olduklarını. Hayatta akmamak, hayallerinin kurumasına izin vermek daha iyidir.
Özün gereksiz olmaktan ibaret olsun ve hayatını, hayata bakma sanatına dönüştür, asla özdeş olmayan, hep bakılan olmaya ada kendini. Asla daha fazlası olma.
Bugün sen, bu kitaptan yaratılmış, tamamen yapay bir profilsin ve diğer anlardan ayrılmış bir zamansın. Böyle olduğuna emin olsaydım, seni sevmenin hayali üzerine bir din kurardım.
Her şeyin eksik parçası sensin. Onları sonsuza kadar sevmemize izin verecek her şeyde eksik olan sensin. Tapınağın kapılarının kayıp anahtarı, Saray’a giden gizli yol, sis tarafından sonsuza dek gözden gizlenmiş uzak Ada…