KALEM VE MÜCADELE
Narges Mohammadi: Kadın, hayat, özgürlük adına
Dört yanı kameralarla gözetlenen dar, kasvetli koridorlarda aniden bir slogan yankılanmaya başlar: Jin, Jiyan, Azadi! Jin, Jiyan, Azadi! Kadın, hayat, özgürlük. Bir feryat, bir çağrı, bir yakarış adeta. Tahran’ın kuzeyinde, Elburz Dağları’nın eteklerinde, askeri kuleler, yüksek duvarlar ve dikenli tellerle çevrili Evin Cezaevi’nde tutuklu Narges Mohammadi’nin 2023 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüğü haberi böyle yayılır mahkûmlar arasında. Oslo’daki ödül törenine katılamayan Mohammadi, cezaevinden ilettiği mesajda bu ödülün onu daha kararlı, sorumlu, tutkulu ve umutlu kıldığı inancını paylaşır.
Otuz yılı aşkın hapis cezası, yüz elli dört kırbaç, günlerce gecelerce süren tecrit… Ve yine de kararlı, sorumlu, tutkulu, umutlu kalabilmek. Nedir bu gücü, bu azmi mümkün kılan; bu inancı, bu direnci besleyen? Doğuştan gelen bir kudret mi, yoksa hayatın zorluklarında yoğrulmuş bir irade mi?
Belki henüz yedi yaşındayken, İran İslam Devrimi’nin ardından dayısının idamına tanık olmasıydı adalet arayışını ilk kıvılcımla tutuşturan. Belki damarlarında dolaşan, kuşakların öfkesini ve hak arayışını taşıyan İranlı kadınların mirasıydı. Bir ömrü hayata küskün, içine kapanık, yalnızca kendi derdine gömülerek geçirip tehlikelerden uzak durabilirdi. Ama o, korkuya teslim olmak yerine başkaldırmayı seçti, beriberinde yazmayı ve daima isyanı. Daha öğrencilik yıllarında devlet ve hukuk sistemine dair sorgulamaları, onu İran’da ceza yargı sistemi, idam cezası ve kadınlara yönelik sistematik baskı ve şiddet konularına odaklanan bir gazeteciliğe yöneltti. On üç kez tutuklandı, cezaları sürekli uzatıldı; sağlığının ağır derecede bozulmasına ve yıllardır çocuklarından ayrı kalmasına rağmen yılmadı, mücadele içinde daha da güçlendi.
Hapisteyken de kalemini asla elinden bırakmadı. Evin Cezaevi’nde derlediği White Torture [Beyaz İşkence] adlı kitabında, birlikte tutuklu bulunduğu kadınların tanıklıklarına dayanarak İran’daki siyasi mahkûmlara –özellikle kadınlara– uygulanan, görünmez ama yıkıcı işkenceyi kayıt altına aldı. Tecridin, cinsel ve psikolojik zulmün doğasını gözler önüne serdi.
Eylül 2022’de, 22 yaşındaki İranlı Kürt Mahsa Jina Amini, başörtüsünün altından saçlarının göründüğü gerekçesiyle, İran’ın katı başörtüsü yasalarını ihlal ettiği iddiasıyla ahlak polisi tarafından gözaltına alındı. Üç gün sonra nezarette hayatını kaybetmesi, kadınların öncülük ettiği ülke çapında protestoları tetikledi. Narges Mohammadi hareketin önde gelen seslerinden biri olarak, demir parmaklıkların ardından dahi eylemlere katıldı. Yetkililer, telefon görüşmelerini ve ziyaretleri yasaklayarak ona daha ağır cezalar dayattılar. Yine de teslim olmadı. Amini’nin ölümünün birinci yıldönümünde, hapishaneden gizli saklı yollardan dışarı ulaştırılan ve The New York Times gazetesinde yayımlanan yazısında şu yorumu paylaştı:
“Görünen o ki rejim, kadınlara yönelik bir şiddet kültürünü kasten yaymaya çalışıyor. Ancak onları ne korkutabilecek ne de dizginleyebilecek. Kadınlar vazgeçmeyecek. İster hapiste olalım ister dışarıda, biz yaşama iradesinden güç alıyoruz!”

Kadının hem saçının hem de sözünün suç sayıldığı bir ülkede, üstelik devlet şiddetinin kalbi sayılan Evin Cezaevi’nde, tek kişilik hücrelerde gizlice yazmak; o mektupları, makaleleri; cezasının uzayacağını, sağlığının zarar göreceğini, çocuklarından ayrı geçecek yılların artacağını bile bile, işkenceyi göze alarak dışarı sızdırmak başlı başına bir direniş eylemidir. “Devlet ile halk arasında barışı sağlamak ve insan haklarını kurumsallaştırmak için özgürlüğümden ve haklarımdan feragat etmeye hazırım” diye kaydeder Mohammadi.
Bu bağlamda, kararlılığa, sorumluluğa, tutku ve umuda sarılmayı bir gereklilik, hatta ahlaki bir görev olarak gören Mohammadi, Martin Luther King Jr., Mahatma Gandhi ve Nâzım Hikmet gibi isimlerle birlikte tarihin önde gelen “tutsak yazarları” arasında yerini alır.
Nazım Hikmet’in “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler” şiirinde yazdığı gibi:
Dünyadan, memleketinden, insandan
umudun kesik değil diye
ipe çekilmeyip de
atılırsan içeriye,
yatarsan on yıl, on beş yıl
daha da yatacağından başka.
“Sallansaydım ipin ucunda
bir bayrak gibi keşke”
demeyeceksin,
yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık,
boynunun borcudur fakat,
düşmana inat
bir gün fazla yaşamak.
Mohammadi de aynen öyle yapar, ayak direr, yaşar inadına.
Ne ilginçtir ki, kimi zaman sansür bir yazarı daha görünür kılar, adını daha geniş kitlelere duyurur ve sonunda ona Nobel Barış Ödülü gibi dünyanın en saygın ödüllerinden birini bile getirebilir. Mohammadi, “Bir insanın öldürülmesi, hapsedilmesi ya da haklarının inkâr edilmesi yalnızca bireye karşı işlenmiş bir adaletsizlik değildir; bu tüm toplumu zincire vurur ve öldürür” dese de kimi zaman onun gibi zincire vurulmuş bir bireydir topluma zincirlerini nasıl kıracağını öğretebilen.
Bazen yazarların, gazetecilerin, avukatların, öğrencilerin ve akademisyenlerin, fikirleri nedeniyle kapatıldığı, demir parmaklıklar ardındaki karanlık hücreler; düşüncenin, sözün, direnişin filizlendiği, cesaretin pekiştiği mekânlara dönüşür. Zira baskı, bazen tam tersine işler: yıldırmak yerine güçlendirir; susturmak isterken hakikati görünür kılar. Çünkü bazen en karanlık anlarda bulunur o mecazi ışık, en kapalı yerlerde hissedilir en sahici özgürlük.
İpek S. Burnett