The Supremes

Rüya Örümcekleri

Diana Ross rüyalarıma girerdi çocukken. Bazen beyazlar içinde bir melek, bazen de ürkütücü bir masal cadısı olarak… Onun kim olduğunu bilmezdim pek. Bir şarkıcı olduğunu biliyordum elbette ama ne The Supremes’ten haberim vardı o zamanlar ne de Motown Records adındaki plak şirketinden.

Yine de sırf rüyalarımda da olsa, Motown Kraliçesi’yle güzel bir ilişkim vardı bence. Rüya örümcekleri görünmez iplikleriyle aramızda mekik dokumuş, bizi sonsuza dek birbirimize bağlamışlardı. Bunu hep hissettim, büyüdüğümde bile. Diana Ross hep sihirli bir rüya yaratığı olarak kaldı benim için.

Şimdi telefonumun ekranında beliren o güzel fotoğrafa bakıyorum hüzünle: 1960’lı yıllarda, güneşli bir günde, Paris’te, capcanlı kırmızılar ve pembeler içindeki güzeller güzeli üç genç kız Eyfel Kulesi’nin önünde oturmuş kameraya gülümsüyorlar.

Onlar, Detroit’in işçi mahallelerinden çıkmış ve sonunda dünya çapında ünlü olmuş pop yıldızları Florence Ballard, Mary Wilson ve Diana Ross. Gruplarının ismi ise The Supremes. Bu muhteşem kadınlar bu solgun gençlik fotoğraflarında etraflarına hiç kimsede olmayan bir yıldız ışığı saçıyorlar.

Ancak The Supremes’in hikâyesini anlatabilmem için öncelikle Motown Records’tan söz etmem gerekiyor. Motor şehri anlamındaki Motown, soul müziğin merkezi Detroit’i işaret ediyor.

Detroit’in bu en müthiş plak şirketi, siyahların yönettiği bir işletme olması açısından da oldukça önemliydi. 1960’lı yıllarda birçok siyah müzisyeni meşhur etmişti. Siyah müzisyenlerin kayıtlarını yayımlamak, aynı zamanda ırk ayrımına kafa tutan, çok ‘rock’n roll’ bir tavırdı. Motown Records, tıpkı Detroit şehri gibi, kaotik ama sihirli bir yerdi.

Kendilerine önceleri The Primettes adını veren o ışıltılı genç kızlar ise insanın ruhuna huzur veren, kadife sesleriyle yıllar içinde The Supremes adını alacak ve söyledikleri aşk şarkılarıyla gönülleri fethedecekti.

Baby Love, Stop! In The Name Of Love, You Keep Me Hanging On… Bize armağan ettikleri bu ölümsüz şarkıları yazanlar ise, Motown plak şirketinin Holland-Dozier-Holland adı verilen muhteşem ekibinden başkası değildi. Lamont Dozier ile Brian & Eddie Holland kardeşler çok satacak soul-pop şarkıları bestelemek konusunda birer dâhiydi.

The Supremes danslarıyla, vokalleriyle, görünüşleriyle her daim ışıldıyordu. Ancak grubun liderinin melek sesli Diana Ross olmasına karar verildikten sonra işler karmaşık bir hâl aldı ve inşa ettikleri yapı yavaş yavaş çatırdamaya başladı. O kadar ki, grup 1967 yılı itibariyle Diana Ross & The Supremes olarak anılmaya başladı.

Diana Ross…

Benim sevgili rüya yaratığım.

Elbette, bu durum Diana’nın solo bir kariyerin peşine düşeceğinin habercisi gibi görünüyordu, sonunda da zaten öyle olacaktı. Ne var ki, grubun dağılmasına sebep olacak tek şey grup içi çatışmalar olmayacaktı: Zaman değişiyordu, artık siyahlar eşitlik için mücadele vermeye başlamıştı ve aşk şarkıları söyleyen The Supremes politikadan uzak durmaya devam ettikçe yavaş yavaş gözden de düşmeye başlayacaktı.

Diana’nın 1970 yılındaki ayrılışının ardından grup yedi yıl daha yoluna düşe kalka devam etti. Sonunda dağıldıklarından sonra ise grup üyeleri teker teker solo kariyerlerinin peşinde yeni maceralara atıldı ama içlerinde en ünlü olan Diana oldu, tabii ki.

Diana unutulmaz filmlerde oynayıp daha da unutulmaz albümler yaparak çağımızın en önemli pop ikonlarından birine dönüştü. Buna karşın, The Supremes, dağıldıktan çok sonra bile yeni kuşağın kız gruplarına ilham vermeyi sürdürdü. Düşünüyorum da… Onlar olmasaydı, acaba bugün severek dinlediğim birçok grup var olabilir miydi?

1981’de The Supremes hakkında bir müzikal bile yapıldı. Bir kız grubunun yükselişini ve düşüşünü anlatan Dreamgirls isimli bu şahane müzikal 2006 yılında Bill Condon tarafından sinemaya da uyarlandı.

The Supremes’in şaşaalı Paris günlerinin üzerinden çok zaman geçti. Yine de onların Paris sokaklarında trafiği altüst ederek yürüdükleri Where Did Our Love Go şarkısının video klibini izlediğinde, insanın içinden onlarla birlikte sokaklarda dans etmek geliyor. Ne de olsa hiçbir şey ama hiçbir şey Motown yıldızlarının ışığını söndüremiyor.

Bense çocukluk rüyalarımı, çocukluğumun Diana’sını ve beni ona bağlayan küçük rüya örümceklerini onurlandırmak için yazı masamın başına geçiyorum ve bir roman yazmaya koyuluyorum canla başla. Onları kediler olarak resmedeceğim bu müzikli çocuk romanında.

Ve şanslıysam, romanımı bitirdiğimde, Diana Ross yeniden ziyaret edecek beni rüyalarımda. Bu kez beyazlar içinde bir melek ya da ürkütücü bir masal cadısı olarak değil, bir kedi olarak ama!

Zeynep Alpaslan

tr_TRTurkish