PROF. DR. OYA BAŞAK İÇİN

1

1969’un Robert Kolej yüksek Okulu, İş İdaresi Bölümü ilk yıl dersleri arasında English Composition diye benimsediğim bir ders vardı ve Hocamız Oya Başak’tı. Yarım yüzyıl öncesinden anımsadığım, sevgili hocamız en büyük kızı Elâ’ya hamileydi ve okulun en şık akademisyeni olmaya devam ediyordu. Karizmatikti, sevecen ve özgüven doluydu. İngilizce konuşurken sözcükleri teatral bir kıvamda ta-ne ta-ne telaffuzu şu anda kulaklarımda çınlıyor.

1990’ların sonunda ben Boğaziçi Üniversite Vakfı’na mütevelli seçilince, kaynak bulma faaliyetlerinde birlikte çalıştık. Daha doğrusu o tuttuğunu koparır şekilde skorlar yaparken ben onu şaşkınlıkla izlerdim. Bankacılığın yanında, roman yazdığım ve Yapı Kredi Kültür Sanat A.Ş.’nin yönetim kurulu başkanlığını yaptığım için yakınlaştık. 2004 yılında profesyonel iş hayatından emekli oldum, artık sadece okuyup fırsat buldukça yazacaktım. O süreçte programlı bir şekilde görüşmeye başladık. Hocaların hocasıydı, hocamdı, seçkin bir okurum oldu, onu manevi ablam belledim.

Oya Başak’ı tek bir sıfatla yansıtmaya çalışsam, “nadide” derim.

O nadide bir mücevher parçasıydı; okumaya ve keşfetmeye meraklı, estet ve gezgindi. Zarifti, içtendi, dirayetli ve duygusaldı. Yaşama sevinci doluydu, hayatın her karesinin tadını çıkarmalıydı. Hayat onun için doğaçlama bir tiyatroydu ve Oya Başak alametifarika kahkahasını atmak için fırsat kollayan bir başrol oyuncusuydu.

Hocamızın Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi’ne olan köklü aidiyet bağlılığı nasıl unutulabilir; İki güzide okulda da onun adını taşıyacak salon veya sınıf, ailesinin onun adını taşıyacak bir ödül koyup yaşatacaklarına eminim.

İflah olmaz bir filantropistti. Parasızlıktan dağılmak üzere olan tiyatro kumpanyalarına, yarım kalmış inşaatlara, kırk sekiz saat içinde kaşesi ödenmezse iptal edilecek konserlere, aynı gün uçak bileti alınmazsa master’a gidemeyecek öğrenciler ve Albert Long Hall’un yorgun çanı için az çırpınmamıştı.

Yüksek sesle ve taksit taksit attığı kahkahaların çoğunlukla kaynağı kendi masum sakarlıklarıydı. İzzeddin Çalışlar’la birlikte hazırladıkları, 2017 ürünü Oya Başak: Kahkahanın Derinliği adlı doyurucu kitaptan iki kısa alıntıyla bitiriyorum:

“…Viyana’dan bir profesör ziyarete geleceğini yazmış, ‘Sevgili Oya tekrar görüşeceğiz’ falan demişti. Kim olduğunu hatırlamıyordum. Asistanlardan yardım istedim:

— Kızlar şu adamı ben dersteyken bulun, bir yere oturtun ki, koridorda falan rastlayıp tanımazsam ayıp olmasın. Dersten çıktığımda orada oturan adamı gördüm ve hemen yanına gidip en kibar İngilizcem ile beklettiğim için özür diledim. Adam yüzüme baktı ve şöyle dedi:

  • Oya Hanım niye benle İngilizce konuşuyorsunuz ki? Ben kantinciyim…”

2

Ve kitabın finalinden:

“…Son yıllarda epey uzun süreler hastanede yatarken çok düşündüm. Bir kişinin fiziki ya da manevi acı çekmesini engelleyebilmek çok önemli. Fiziki acılar ağrı kesiciyle kısmen çözülebiliyor ama manevi acı hayat boyu sürüyor. Kendi adıma avuntum, yıllar içinde rahle-i tedrisimden geçtiğini söyleyen binlerce genç insan arasından en azından bazılarının hayatını değiştirebilmiş olmak. Zaman zaman akademik yayın eksikliği kompleksine de kapılır, kitap yazmadım ama üniversiteye kızlar yatakhanesi ve Natuk Birkan binasını kazandırdım der, avunurum. Benim gayretlerimle burs alanları, öğrenciliğinde büyük aşama kat edenleri, iş adamlarına yakararak topladığım paralarla yapılan işleri, üniversiteye eklenen binaları düşündüm ve bir de böyle bir muhasebe yaptım. Bu hesaptan vicdanım tertemiz çıktı.”

Anısına derin saygıyla…

Selçuk Altun

tr_TRTurkish